Sakız Adası Kaçamağı

On August 26, 2018

Sonunda başardık! Yıllardır her Çeşme’ye gidişimizde “bu tatilde bir Yunan adasına geçsek mi acaba?” diye başlayıp ya vize eksiği ya da yeterli gün yokluğu ile ertelenen kaçamağımızı Euro’nun tarihi rekor kırdığı dönemde gerçekleştirebildik 🙂

Yakınından, güzelinden, büyüğünden başlayalım diyerek Sakız Adası’nı seçtik. İsabet de oldu. Ancak Derin hanım kızımızla çok fazla gezinti şansımız olmayacağını düşünerek araba kiralamadığımız için büyük bir adanın küçük bir bölümünü tecrübe etmekle yetindik bu seferliğine. Yetti mi? Gani gani, o ayrı… Zaman olarak da bayram tatili sonrasını tercih ederek ne kadar doğru bir karar verdiğimizi de adanın sakinliğini görünce teyit etmiş olduk.

Pazar sabahı 09:30 feribotuyla adaya geçtik. Otele gitmek için erken olduğunu düşünerek şehir merkezine doğru ilerledik. Kahvaltılık bir şeyler atıştırmak adına aldığımız tavsiyelere de dayanarak liman kıyısındaki Cafe Manika’da (Μάνικα Καφέ) bir mola verdik. Sabah mahmurluğu ile hiç fotoğraf çekmemişim 🙁 Ispanaklı ve peynirli börekleri inanılmaz lezzetliydi. Yanında da yöresel Frappe 🙂 içerek güne başlamış olduk.

Sonrasında biraz turladık. Pazar olması sebebiyle dükkanların çoğu kapalı da olsa özellikle turistik eşyalar, yiyecekler satan yerlerin bir kısmı açıktı. Özellikle sokaklar ve içindeki eski dükkanlar gayet otantikti. Her yerden damla sakızı kokuları ve türlü türlü damla sakızlı ürün fışkırıyordu. Adanın ekonomik sınıfı hakkında bize tüyo veren gördüğümüz arabalar genellikle orta ve altı seviyedeydi ve hemen hemen hepsinde vuruklar, ezikler, çizikler vardı 🙂 Alacaklarımızı dönüş gününe bırakarak otelin yolunu tuttuk.

Beğendiğimiz uygulamalardan biri de taksi tariflerinin sabit ve paylaşılır olması. Son derece turist odaklı bir yaklaşım! Türkiye için 2000’lerden kalma bir taksi ile neyse ki euro çok da fırlamadan tr.hotels.com aracılığıyla rezervasyonumuzu yaptığımız adanın en popüler koylarından biri olan Karfas’da bulunan Golden Sand Hotel’e kolaylıkla ulaştık.

Otelle ilgili ilk izlenimlerimiz olumlu oldu. Orta büyüklükte, direk inebileceğiniz kendi kumsalı olan, o deniz varken niye kullanıldığını anlamlandıramadığımız bir yüzme havuzu da olan tavsiye edeceğimiz bir otel. Deniz manzaralı oda seçmekle ne kadar da iyi yaptığımızı odaya girince anladık 🙂 Havanın güzel ve temiz olmasının da etkisiyle karşıda Çeşme’yi de gören muhteşem bir manzaramız vardı. Odamız da içinde bir yatak, bir kanepe ve bir de bebek yatağı olmasına rağmen gayet yeterli büyüklükteydi. Hatta duvarına sanatsal bir çalışma ile renk bile verilmişti 🙂

Odaya yerleşir yerleşmez soluğu kumsalda aldık. Görmeye alışık olmadığımız sadece tek sıra şezlong ve şemsiyenin olduğu – onların da Türkiye’deki bir çok özel beach’tekilerden daha iyi durumda olduğu! – geniş, sakin ve doğal bir kumsalı vardı. Kalabalık da olmayınca tadından yenmedi diyebilirim. Denizi için ise bir paragraf yazabilirim 🙂 Çarşaf gibi… Tertemiz… Dibi kum… Masmavi… İdeal sıcaklıkta… Ve çok güzel bir sığlıkta… Metrelerce yürümeye rağmen derinleşmiyor. Yani çocuk için ideal 🙂 Bir tabelada okuduğumuza göre 500 m ilerde 5 m derinliğe ulaşıyormuş sadece!

Biz de Derin de çok keyif aldık hem kumsaldan hem denizden. İnsanın sudan çıkası gelmiyor dedikleri durumdu resmen 🙂 Öğle yemeğini otelin kafesinden bir pizza ve adanın kendi birası Fresh Chios Beer ile geçiştirdik. Odamıza dönerken havuz başında düğün organizasyonu hazırlığı vardı. Gece bizi nelerin beklediğinden habersiz odamıza çıktık ve hazırlanıp akşam yemeği için otelden ayrıldık.

Resepsiyondan ve yol üstünde uğradığımız marketten aldığımız tavsiyeleri dikkate alarak yürüme mesafesindeki taverna ve restoranları hızlıca gözlemledik ve aralarından en güzel manzaraya sahip Karatzas‘ı seçtik. Aynı zamanda pansiyon kısmı da vardı. Restoran kısmı plaja sıfır. Şansımıza bir de dolunay olmaz mı cam gibi karşımızda 🙂 Daha güzel ve net yakamoz yakalamamıştık şimdiye kadar.

Çalışanlar gayet sıcak kanlı ve yardımcıydı. Lezzetler desen on numara. Grek salatası, lakerda, kalamar (ama ızgara!) ve ızgara kılıç balığı… Yanında tabiki uzo 🙂 Yediğimiz her lokmanın tadına vardık. Ortam da sakindi. Arka fona Yunan ezgilerini de alınca manzarayla birlikte çok keyifli bir gece geçirdik (gece dediğime bakmayın, saat 22:00 olmadan koşa koşa otele döndük uyku saati için o ayrı 🙂 ). Apar topar kalkıp hesabı ödemeye çalışırken koca bir tabak meyve ikramı geldi. Beklenmedik bu ikramı da geri çevirmedik tabi ki, meyveler de çok taze ve lezzetliydi.

Oteldeki düğün hazırlıklarından bahsetmiştim değil mi 🙁 Gece otele döndüğümüzde bangır bangır Yunan ezgileri yükseliyordu. Konsept olarak bizim düğünlere benzer. Süslü yuvarlak masalar, yemekler ve dans pisti 🙂 İlginç olan kısmı gelin ve damat saat 23:00’te çıktılar ortalığa! Doğal olarak el öpme ve takı seansı olmadığı için direk sahneye attılar kendilerini. Hal böyle olunca düğün saatlerce sürdü. En son gece 03:00 sularında uyku esnasında hatırladığım tulum ve kemençeli bildiğimiz laz müziklerinin çaldığıydı 🙂 Sanırım 04:00 gibi dağıldı düğün. Tabi o gece uyumak da dinlenmek de pek mümkün olmadı, ama derdimiz bu olsun 🙂 Dolunay sefasına gece bir süre balkonumuzdan devam edip uyumaya “çalışmaya” gittik.

Ertesi sabah makul bir saatte uyanıp güzel ve yeterli diyebileceğimiz bir kahvaltının ardından kumsala indik. Deniz yine aynı güzellikte ve kumsal yine aynı sakinlikteydi 🙂 Otelde de sadece 2 Türk çift/aile ile karşılaştık, Yunanistan için oldukça düşük bir oran! Bu arada dip not, adada (muhtemelen Yunanistan genelinde) isteyen herkes ya tamamen ücretsiz ya da en fazla yiyip içtiği karşılığında tüm plajlardan faydalanabiliyor. Yeni öyle otel müşterisi değilsin, bilekliğin yok, hava parası vesaire yok. Bize belki garip gelen ama aslında en doğru uygulama!

Çoğunlukla Derin’in peşinde kumsaldan denize kum ya da taş taşıyarak, çukur kazıp su doldurarak günün ilk yarısını geçirdik. Öğle yemeği için Otelden çıkarak önce sahilden daha sonra yoldan devam ederek hem kafelerin hem de otellerin bulunduğu bir caddede yürüdük. Yine daha önce aldığımız bir tavsiyeye istinaden Ammothines adlı kafeye oturduk. Menümüz ahtapot, muhteşem bir tavuk köftesi ve Mythos bira idi. Kafenin sahibinin eşinin anlattığına göre kafe isminin anlamı çok büyük/yüksek kum dağları imiş, çünkü tam o bölgede kocasının çocukluğunda böyle kum yükseltileri varmış. Yine lezzetli bir yemeğin ardından kumsala geri döndük ve akşama kadar keyfini sürmeye devam ettik.

Akşam için diğer bir tavsiye olan Taverna Pinaleon‘u tercih ettik. Deniz manzarasından uzak yol kenarında bir mekandı ama gürültü vs. olmadığı için sakindi. Küçük ve sevimli bir tavernaydı. Adada bulunduğumuz günler itibariyle ne yazık ki canlı müzik dinleyemedik ama böyle de gayet keyifliydi.

Tabi ki yine deniz mahsullerine odaklanarak Grek salata, kızarmış peynir ile karides güveç ve ahtapot lezzetlerini bu sefer yerli beyaz şarap eşliğinde tecrübe ettik. Skala değişmedi, yine tatlar çok güzeldi. Tatilimizin kısa süreli olmasının belki de tek güzel yanı aldığımız kiloları limitlemesiydi sanırım 🙂 Hesabı istediğimizde yine ikramla birlikte geldi. Bu adeti çok sevdik 🙂 Bu sefer kendi yapımları fıstıklı mini magnum tadında iki dondurma ikram ettiler ve tahmin edileceği üzere ikisini de ben yedim!

Ne mutlu ki ikinci gecemizi sadece dalga sesleri eşliğinde hafif bozulan şekliyle dolunay manzarasını balkonumuzdan izleyerek sonlandırdık… Daha şimdiden “evet, evet, her sene gelinir buraya” muhabbetleri başlamıştı 🙂

Ertesi sabah kahvaltımızı edip otelden çıkışımızı yaptık ama son bir deniz sefasını pas geçmedik tabi ki 🙂 Öğleden sonra taksi ile merkeze geri döndük. Damla sakızı, reçel ve magnet gibi alacaklarımızı hallettikten sonra yemek için kordon boyunda yer alan ve gayet cazip görünen Ta Delfinia (The Dolphins) restoranına oturduk. Klişe belki ama ortam aynı İzmir Kordon 🙂 Şaka bir yana şansımız hizmetten de lezzetten de yana yine gayet iyi gitti. Değişik tatlar denemek adına kızartma karides ve kızartma midyeyi tercih ettik. Ve böylece hangi mekanda hangi formda olursa olsun deniz mahsulleri konusunda adanın ne kadar başarılı olduğunu tescillemiş olduk. Veda tadında Fresh Chios biramızı içelim dedik. Ama tadı damağımızda kalan asıl finali ikram ettikleri ve hiç bir şey anlamadan bitirdiğimiz bir şişe damla sakızlı likör ile yaparak en güzelinden deneyimlerle adadan ayrıldık…

Derin bizim bu yememiz içmemizden sıkılmış olacak ki sonlara doğru nasıl oyalayacağımızı bilemedik 🙂

Eveeet, oldukça geç kaldığımız bir tatil rotasıydı ama şeytanın bacağını kırdık bir şekilde! Dahası gelecek o belli 🙂 Aynı ada mı farklı ada mı orasını bekleyip göreceğiz…

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *