AЙTYHA в Санкт-Петербурге

On December 15, 2013

Yani Aytuna Saint Petersburg’da:)

 

30.11 Uzun bir seyahat beni bekliyor. 13:25 uçağıyla St. Petersburg yolcusuyum! Merak edilen cevap; görünen hava -3 derece ama güneşli, nasıl vasıfsız bir güneşse artık 🙂 Birçok ilkin yolculuğu olacak benim için; ilk kez tek başıma vakit geçireceğim, ilk kez bu kadar kuzeye gidiyorum, ilk kez Rusya’ya gidiyorum, ilk kez iş için bu kadar uzun süre seyahat ediyorum, ve ilk defa farklı bir alfabe… Koca bir hafta beni bekliyor, bakalım neler göreceğiz…

Konforlu denilebilecek bir uçuşun ardından havaalanında indim ve hayal kırıklığıyla güne başladım. Son derece küçük veIMG_4248 mütevazi bir havaalanı karşıladı beni. Böyle turistik bir şehir için şaşırtıcı gerçekten. İnen tek uçak biz olmamıza rağmen pasaport kuyruğunda 20 dk civarı bekledim, sebebi sadece elemanların kontrol hızındaki problem! Neyse ki sıkıntısız bir kontrolün ardından otelin beni bekleyen şık arabasıyla otele doğru yola çıktım. Hava çoktan kararmıştı. Yaklaşık 40 dk sonrasında “Sokos Hotel Olympic Garden”a ulaştım. Otel çok özellikli değil. Şirin bir görüntüsü var ve WiFi bedava. Oda da küçük ama neyse ki sıcak 🙂 Odaya yerleştikten sonra kısa bir keşif turuna çıktım. Hava -4 dereceydi ama kar yoktu. Dönüşte akşam yemeğini otelde yedim. Noel ruhuyla bezenmiş sıcak bir restaurantı var otelin. Bu akşamki tercih beyaz şarap eşliğinde haşlanmış sebze ve şefin özel sosu ile servis edilen somon. Porsiyon doyurucu ötesiydi ve lezzet de gayet yerinde! Ertesi günkü turist moduma hazırlanayım diye geceyi erken noktaladım…

 

01.12 Yeterli bir uykunun ardından sabah 09:30’da uyandım. Pencereden dışarı baktığımda her yer bembeyaz ama hava halaIMG_4252 kapkaranlıktı 🙁 Hal böyle olunca insanın hiç kalkası gelmiyor ama gezmem lazım! Kahvaltı yine akşamki restaurantta. Aslında çok çeşit vardı ama benim iştahımı kabartacak cinsten değil ne yazık ki. Karnımı güzelce doyurduktan sonra sımsıkı giyinerek düştüm yollara! Kar yağmıyordu ama sağlam bir soğuk vardı. Az yakındaki “Tekhnologichesky Institut 1” metro istasyonundan “Parnas” yönüne doğru 2 numaralı metroya bindim. Metro ücreti bizden ucuz. Metro hattı oldukça derinden geçiyor, 3 dakika falan sürüyor yürüyen merdivenle inmesi. Sonradan nedenini öğrendim, şehirde kanallar çokça olduğu için yumuşak zeminden ancak derinlerde kurtulabiliyorlarmış. Metronun eski olduğu belli ama gayet temiz ve güzel dekorasyonlu. İki IMG_4255durak sonra “Nevsky Prospekt”te indim. Burası şehir merkezi olarak geçiyor. Gitmek istediğim yerlerin tamamı da buraya yürüme mesafesinde. Ve şimdi kültür turizmi zamanı! Metro durağından çıkar çıkmaz ilk hedefim karşıladı beni. Hemen meydanda “Kazan Cathedral” karşıladı beni. Burası 1800lerde, Roma’daki St. Peter’s Basilica’sı ile aynı modelde yapılmış en önemli Ortodoks kiliselerinden birisi. Şansıma Pazar günü olduğu için güzel bir ayine denk geldim. Gezme amacıyla içeri giren bir tek ben gibiydim. Kilise gayet ihtişamlı. Tören de baya gösterişliydi. İnsanlarda güçlü bir inanç gözlemledim bu arada. Kiliseye girmeden önce, girdikten sonra, belirli sembollerin önünde sürekli haç çıkararak bellerine kadar eğiliyorlardı. İçeride küçük bir koro tarafından ilahiler okunuyordu. Derken papaz çıktı sahneye ve dua etmeye başladı. Duanın belirli bölümlerinde ve sık sık insanlar haç çıkarıp eğilerek eşlik ediyordu. Namaz benzeri bir seans yani. Ayini bir süre izledikten sonra çıktım.

IMG_4262İkinci adres “Voskresenia Khristova Kilisesi” yani “Kanlı Pazar Kilisesi”. Burası daha çok müze konseptinde bir kilise. Özellikle dış mimarisi tam bir Rus yapısı, gayet etkileyici. İçi de öyle. Duvarlar, kolonlar, her yer resimlerle bezeli. Özel taşlarla döşenmiş köşeler var. Orta ölçekte bir kilise. Kanlı kilise olarak anılmasının sebebi Çar II. Alexander’ın uğradığı suikastta ölümcül yara aldığı yerde yapılmış olması.

 

 

 f7

 

 

 

 f1

 

 

 

 

 

 

 

Oradan ayrıldıktan sonra hemen karşısındaki “The Mikhailovsky Garden”da biraz dolaştım. Çok büyük bir bahçe ama bu mevsimde bu özelliğini çok da belli etmiyor 🙂 Ağaçlar çıplak ve her yer bembeyaz olduğu için havası başka. Çıt çıkmayan koca bahçede dolaşmak kafa dağıtmak için ilaç gibi geldi. Bir süre gezindikten sonra yola devam ettim.

Niyetim dinlenip bir şeyler içmek için merkeze geri dönmekti ama yolda “Russian Museum”a rastlayınca dayanamadım girdim 🙂 Onlarca odacığın birbirine bağlı olduğu kocaman bir müze. 13. Yüzyıldan günümüze birçok heykel, tablo, tarihi ve kültürel eşyalar sergileniyor. Rusların edebiyatta ne denli başarılı oldukları malum. Ama şahsen tablo tarzları bana pek hitap etmedi. Birkaç etkileyici eser görmekle birlikte özellikle portre ve insan temalı tabloları soğuk buldum. Bazı odalarda öğretmen olduklarını tahmin ettiğim birkaç bayan, etrafına küçücük çocukları oturtmuş bir şeyler anlatarak onlara resim çizdiriyorlardı. Sanatı yerinde aşılamak adına çok hoşuma gitti. Müzenin kaçta kaçını gezebildim bilemiyorum ama belim isyan bayrağını çekene ve o karışıklıkta çıkışı bulana kadar dolaştım.

IMG_4328Dışarı çıktığımda kar yağmaya başlamıştı. Böylece yılın ilk karını tecrübe etmek burayaIMG_4259 kısmet oldu 🙂 Hava gerçekten hissedilir derecede soğuktu. Eksi kaçtı bilemiyorum artık. Bu arada gezindiğim bu çevrede kanallar mevcut – ki hava uygun olduğunda bu kanallarda turlar yapılıyor. Bunlardan “Griboedova Kanalı”nın kenarında biraz yürüdükten sonra attım kendimi bizim harflerimizle adını yazamayacağım kitapevi-kafe konseptinde bir mekana. Tam meydanda, tarihi bir mimariye sahip eski bir binaydı. Tiramisu ve cappuccino eşliğinde karlar altındaki manzaranın tadını çıkardım.

IMG_4295Biraz da olsa kendime gelip ısındıktan sonra zorlu ama keyifli “Hermitage Museum” yoluna koyuldum. Kar iyiden iyiye bastırdı bu arada. Geniş caddeler, farklı mimaride yapılar, kanallar ve lapa lapa yağan kar “Rusya’dayım” dedirtiyordu 🙂 Bir süre yürüdüktenf6 sonra ihtişamlı müzeye ulaştım. 5-10 dk kadar dışarıda kuyruk beklemek biraz sıkıcı ve soğuk olsa da sonunda içeriye girebildim. Ama beklemek bununla da bitmedi. Vestiyer kuyruğunda da belki 20 dk bekledim. Şunu anladım ki şehrin hizmet ve servis hızı gerçekten yavaş. Teyzenin birini koymuşlar görevli diye 2 dk’da bir montu götürüyor 2 dk’da diğerini getiriyor. Bu kadar plansız zaman kaybedince gaza bastım tabi beklediğime değsin diye. Müzenin planını görünce kendi kendime gülmeden edemedim 🙂 Kocaman üç katlı bir müze, labirent bulmaca gibi! Sonumu tahmin ederek başladım dolaşmaya. Müzenin direktörü demiş ki; “Hermitage dünyanın bir numaralı müzesi diyemem. Ama kesinlikle ikincisi değil.”, siz anlayın artık 🙂 Antik çağlardan günümüze, hem yerli hem de birçok önemli Avrupa sanatçısına ait tablolar, eşyalar, seramikler, heykeller, duvar halıları ve ev dekorasyonları… Fotoğraf çekmek çoğu yerinde yasak olduğu için çekebildiklerimi derlemeye çalıştım. Tabi beklenildiği üzere aynı yerden birden fazla geçtiğim oldu çıkışı bulayım derken 🙂 İki-iki buçuk saat içerisinde yalnızca ikinci katı, onun da yarısını hızlıca geçerek gezebildim. Dolu dolu bir gün alacak bir müze. Müzenin kapanmasına yakın oradan ayrıldım. Buraya kadar gelmişken “Neva Nehri”ni görmeden gitmek olmazdı. Karan hava ve yağan karın eşliğinde kocaman bir nehir, manzara muhteşemdi…

f3

 

 

 

 

f4

 

 

 

f5

 

 

 

 

 

 

 

f2Artık dönüş zamanı! Hızlı adımlarla metronun yolunu tuttum. Otele vardığımda ayakta duracak halim yoktu. Biraz uzandıktan sonra denetlemede bana eşlik edecek arkadaşla otelde akşam yemeği yedik. Bu kez kremalı mantar çorbası ile yine krema soslu tavuk yemeyi tercih ettim. İkisi de çok lezzetliydi. Sohbet muhabbet derken bu yorucu günün sonunu getirebildim…

 

 

 

02.12 Turizm bitti, şimdi iş zamanı 🙁 Keyifsiz ve yetersiz bir uykunun ardından yoğun bir denetim günü geçirdik. Bunun mükafatı olarak da akşam Nevsky Prospekt bölgesinde “Arcobaleno” isimli şık bir İtalyan restaurantında yemeğe davet edildik. Taze nane aromalı bir adaçayının ardından İtalyan salatası ve Spagetti frutti di mare oldu tercihlerim. Ne yazık ki açlık ve muhabbet kargaşasında fotoğraf almayı unuttum 🙁 Ama ikisi de çok başarılıydı. Şunu söylemek lazım, karışık birkaç çorba çeşidinden başka Rusya’ya özel pek bir yemek kültürü mevcut değil. Bereketsiz topraklar olduğu için her şeyde bolcana patates ve soğan var. Gerisi hep başka yerlerden uyarlama. Mekana giderken ve oradan dönerken etrafta bir sürü yer gördüm ilgi çekici. Aslında daha görecek yerler var ama Cuma günkü kısa boş zamanıma ne kadarını sığdırabileceğim göreceğiz.

 

03.12 Dünkü tempo aynen devam. Neyse ki oldukça keyifli ve verimli geçirdim bu zamanı kendi adıma. Farklı ülkede, farklı fabrikada, farklı insanların neyi nasıl anladıklarını ve yaptıklarını görmek kişisel anlamda çok faydalı. Akşam da bize katılan diğer arkadaşımızla birlikte yine otelin restaurantında yemek yedik. Balık, tavuk ve makarna tecrübelerinin ardından değişikliğe devam etmek adına beef straganof yedim Bordeauc kırmızı şarabın yanında. Yorgunluk seviyesi giderek kendini hissettirdiği için geceyi tadında ve zamanında noktaladık.

Bu arada ülkeye ya da en azından şehre dair ara notlarımı paylaşayım. Evet, bayanlar -en azından belli bir yaşa kadar ve belli azınlıkta bir kesim- gerçekten güzeller. Bunda boylarının uzunluğunun, ince vücut yapılarının, renkli gözlerinin ve diri ciltlerinin etkisi kaçınılmaz 🙂 Aralarında sempatikleri olsa da genellikle her iki cins de çok soğuk ve donuk insanlar. Umursamaz bir tavırları var. Birçok kişinin –özellikle de erkeklerin- hayal ettiği gibi karda buzda bile minicik eteklerle ve dekoltelerle ortalarda gezindikleri falan yok buralı bayanların. Ortalamada en az benim kadar kalın ve korunaklı giyiniyorlar. Hayal kırıklığı için üzgünüm 🙂 Taksilerde taksimetre yok, standart da yok, firmaya göre değişiyor. Birçoğunda nakit de geçmiyor sadece kredi kartı. Trafik derdi çok belirgin. Özellikle iş saatlerinde bariz bir trafik sıkışıklığı yaşanıyor. Trafik ışıklarına uyum da sıkıntılı biraz. Kırmızıya rağmen geçenler çokça. Sonra bir de su olayı var, bu zamana kadar gezdiğim ülkeler arasında bildiğimiz suya hatta damacana versiyonuna rastladığım tek yer 🙂 Yorumların devamı daha sonra…

 

05.12 Düne dair çok özel bir şey olmadığı için detaya girmiyorum. Bugün de güne erken başladım. Artık yorgunluk hat safhada. Dakikalar zor geçti. Neyse ki bir şekilde görevlerimizi tamamladık. Şimdi hepsini geride bırakma zamanı! Fabrikadan arkadaşlarımız bizim için bir yemek organize etmişler. Şehir merkezinde “Triton” adlı bir Rus restaurantında. Trafik yine oldukça yoğundu. Bir saati geçti fabrikadan oraya varmamız. Gittiğimizde arkadaşlardan biri masayı donatmış bizi bekliyordu. Masayı özetlersek; testide kırmızı meyvelerden karışık bir meyve suyu, ufak bir cam sürahide gecenin başrol oyuncusu votka, mantarlı bir başlangıç, tuzla marine edilmiş çiğ balık, salata, ekmek… Vakit kaybetmeden seremoni başladı. Shot bardaklarına votkaları doldurdular. İlk votka Rusçada khren denilen Türkçesi bayır turpu olan sebzenin kökünden elde edilmiş. Değişik bir tadı var ama bildiğimiz votka tadına yakın. Sadece biraz daha baharatlı gibi. Tuzlu balık ve tuzlu mantar votka için özel yiyeceklermiş. Dediklerine göre votkaya özel birçok yiyecek varmış, bir nevi votka kültürü yani 🙂 Tabi ki adetleri tek hamlede bardağı bitirmek, benim için gerçekçi bir hedef değil haliyle 🙂 Her kadehi bir şeylere kaldırıp içtik. Bu arada onlar için pek rastlanır olmayan bir şekilde garson bir sürahi votka ikram etti mekandan. Bana mısın demedi! Sonrasında anason ve mentollü bir votka geldi. Ve bir de sedir ağacı kozasından yapılmış bir tane. Bu tadımlardan sonra ilk denediğimizden devam edildi. Bize eziyet olacağı kaygısıyla geldiğimiz yemek gayet keyifli geçiyordu. Meğer bu arkadaşlar birkaç kadeh içince gayet sıcakkanlı, hoşsohbetIMAG0760 olabiliyor ve iyi İngilizce konuşabiliyorlarmış 🙂 Bol bol muhabbet ettik. Rusça kelimeleri öğrenmeye ve telaffuz etmeye çalıştığımız anlar ayrı bir komediydi. Onlardan, bizlerden, her şeyden konuştuk. Tabi bir süre sonra arkadaşların çakır keyifliliği benim için daha eğlenceli olmaya başladı 🙂 Yemeğe geçmeden IMAG0761mekanı gezdik biraz. Mesela bu alet  kendi alkolünü üretmek için kullanılıyormuş. 1914-1925 yılları arasında Rusya ve Sovyetler Birliği’nde içki yasağı varmış. İşte bu yıllarda halk kendi evinde aklınıza gelebilecek her şeyin votkasını üretmeyi adet haline getirmiş. Ondan beridir de ilginç ilginç şeylerin votkası yapılıyormuş. Ve de hediye çarkı. Mekanın adetine göre ödediğin hesabın ayarında bu çarkı çevirme hakkı kazanıyormuşsun. Farklı yiyecek ve içeceklerden oluşan hediyelerden kazandıklarını da bir sonraki gelmelerinde alabiliyormuşsun. Bu da yaban ayısı 🙂 Elinde votkayla sarhoş ayı modeli. Bu esnada bir de sükut-u hayale uğratan IMAG0759bir bilgi edindim : meğer semaver bizim değil Ruslarınmış, yani o bölgelerin 🙁 Başlarda bizim olduğunu iddiaIMAG0762 etsem de sonra beni gayet mantıklı bir argümanla ikna ettiler. Sema, kendi kendine anlamına geliyormuş. Ver de kaynamak. Yani semaverin adı kendi kendine kaynamaya dayanıyormuş! Yapacak bir şey yoktu, teslim oldum 🙁 Ana yemek için yine somonu tercih ettim. Gerçekten lezzetli ve taze balıkları var, güzel de pişiriyorlar. Yedik, içtik, muhabbet etik derken ayrılma vakti geldi. Mekan otele yakın olduğu için arkadaşların da eşliğinde yürüye yürüye otelimize döndük. Gerçekten keyifli bir final oldu.

06.12 Dün gecenin faturası bu sabaha çıktı. Külçe gibi kalktım yataktan. Kahvaltımı ettikten sonra attım kendimi dışarı. BugünIMG_4338 hava biraz daha soğuktu. Ara ara kar da eksik olmadı. Metro ile “Peter and Paul Fortress”inf8 bulunduğu adacığa gittim. Burası 1700lerde yapılmış, şehrin ilk yerleşim yeri olan büyük bir hisar. İçerisinde katedral, müzeler, sergiler mevcut. Hafta içi ve soğuk olması sebebiyle herhalde tenhaydı ortalık. Önce “Peter and Paul Cathedral”ini gezdim. Burası hemen hemen tüm Rus çarlarının defin yeri. İçerisinde hepsine ait mermer mezar yerleri sergileniyor. Altın sarısı ağırlığında ışıl ışıl bir katedral. Şehir merkezindeki en yüksek çan da buraya f13aitmiş. Sonrasında “Commandant’s House”u gezdim. Tarihi eserlerin yer aldığı bir sergi vardı giriş katında. Üst katta ise 1800-1900lü yıllardaki hayata dair örnekler, eşyalar, kıyafetler, bu evin eski eşyaları, komutana ait eşyalar yer alıyordu. Oldukça büyük ve sessiz bir evdi. Bazı odalarda özel ses efektleri vardı sergilenenleri canlandıran. Örneğin farklı dükkanların olduğu bir çarşı pazarf14 ortamı, savaş ortamı gibi. Mekandaki sergilenenlerin birçoğunun sadece Rusça açıklanıyor olması çok turistik bir uygulama değildi gerçekten. Oradan ayrılarak yoğun olarak çar yanlısı ve siyasi suçluların ve ünlü yazar Gorky’nin mahkum f10edildiği “Trubetskoy Bastion Prison”ı gezdim. İşte bu gerçekten ürkütücü bir gezi oldu. Çıt çıkmayan buz gibi bir hapishane. Birbirine bağlı koridorlarda yan yana 69 tane hücre. Hücrelerin için gerçek halleriyle duruyor. Demir bir yatak, ufak bir aydınlatma, küçük bir masa, dışarıya bakan parmaklıklı ufak bir cam ve gerisi beton. İnsan gerçekten daralıyor içlerine girince. Kapılarda o hücrelerde kalanlar ve başlarına gelenlerle ilgili bilgiler yer alıyor. Çok oyalanmadan içim ürpererek turumu tamamladım ve ayrıldım ordan.

 

f12

 

f9

 

f11

 

 

 

 

 

 

IMG_4407Otele dönmeden Nevsky Prospekt’e uğrayıp biraz daha turladım. Sonra otele gidip sevgili kocacığımın sakın yemeden dönme dediği borsch (Türkçe’de borç) çorbasını içtim, sıcak versiyonunu. Kendisi et, domates, soğan ve baharattan oluşan bir çorba. Soğuğun üzerine ilaç gibi geldi açıkçası. Saat 17:00 gibi otelin taksisiyle havaalanına yola çıktım. Havaalanının gidiş bölümünü de sevmedim. Küçücük, doğru düzgün açıklama levha yok. Zaman geçirilebilecek bir yer değil yani. Yorgun olduğum için dinlendim ben de. Pasaport kontrolünden sonra duty free mağazasını ziyaret edip 19:55 uçağında yerimi aldım. Uçağa zamanında bindik ama baya geç havalandı uçak. Ve böylece St. Petersburg maceramın sonuna gelmiş olduk.

Beklediğimden daha verimli ve keyifli geçti zaman. Daha görülecek çok yeri var aslında ama bir daha yolum düşer mi bilemem… Buraya dair notlara devam edecek olursam; trafikten bahsetmiştim. Gerçekten yaygın metro ağına rağmen ciddi bir problem. Sürücüler çılgın, bizim taksicileri aratmıyorlar. Kar buz demiyor kaya kaya da olsa basıyorlar gaza. Metroları çok kalabalık, hele de yoğun saatlerde. İngilizce sıkıntı, Fransa’dan çok daha beter. Turistik mekanların içi de dahil çok ender yerde İngilizce açıklama yer alıyor. İnsanların da bilgisi çok düşük, pek denk gelmiyorsunuz İngilizce konuşabilene. Erkekleri genel olarak iri, göbekli ve çok hoş göründükleri söylenemez 🙂 Kadınları ilginç. Orta yaş ve üstünde hakikaten başkalaşım geçiriyorlar. Genellikle kilolular. Aslında gençlerde de afet tiplerden geçilmiyor bir ortam yok doğrusu. Büyütüldüğü kadar yokmuş yani 🙂 Ama bebekleri çok tatlı o kesin! Şehir ortalama varlık seviyesinde görünüyor. İyi arabalar da var tabi ama bizdekilerden eski modeller de azımsanacak gibi değil. Otobüsler mesela, bizim iki-üç model önce kullandığımız ayarda. Ucuz bir şehir değil, fiyatlar Avrupa şehirleri kıvamında. Aslında önemli bir merkez olmasına rağmen turistik bir şehir niteliği göremedim ben yeterince. Belki de mevsimden. Özellikle beyaz gece sezonunda ortam muhakkak daha farklıdır. Ama yine de yerel karakteri daha ağır basıyor. Neyse, belli ki ben Avrupa insanıyım 🙂

 

Hoşçakalın… до свидания…

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *