Paris : Erken Sevgililer Günü

On February 10, 2012

Malum önümüz sevgililer günü. Bizim için ne kadar özel bir gün ki o ayrı, ama güzel bahane bu mevsimde Paris’e gitmek için 🙂 İtalya’dan sonra romantizm dozajını biraz daha arttırarak listemizin ikinci sırasındaki Paris ile gezi dizimize devam ediyoruz…

10 Şubat Cuma. Saat sabahın 6sı. Buz gibi ve karlı bir sabaha uyanıp son rötuşları da yaptıktan sonra evden çıkıyoruz. Bugünlerin favori işlerinden olan arabayı kardan temizleme vazifemizi de tamamlayıp Sabiha Gökçen Havaalanı’na doğru yola koyuluyoruz. Yollar karlı ve buzlu. Mesai saati olduğu için de kalabalık. Sabaha karşı 04:00’te yatmış olmanın verdiği yorgunlukla gözlerimizi zor açıyoruz. Neyse ki 2 saate yakın yolculuğun ardından havaalanındayız. Bilet işimizi halledip –ki ben yine eski soyadı vakasıyla uğraşıyorum- klasiğimiz haline gelen simit+peynir+çay üçlemesi için Simit Sarayı’na geçiyoruz. Ve zamanı geldiğinde pasaport kontrolünden geçip uçağımıza yöneliyoruz. Neyse ki bu sefer Pegasus’un yeni aldığı uçaklardan birine denk geliyoruz. Diğerlerine göre baya iyi. Uçuşumuz kısmetse 10:30’da gerçekleşecek. Bakalım 0’ın altında bile güzel miymiş Paris 🙂 İyi uçuşlar dilerim bize…

Saat 13:10 sularında (tabi ki yerel saate göre) Orly Havaalanı’na varıyoruz. Uçuş inanılmaz rahat ve güzeldi. Uçağın yeni olmasının etkisi var sanırım. Biriken yorgunlukla yolculuğun çoğunu uyuyarak geçiriyorum. Başlarda kaptan Avrupa üstünde sarsıntılar olabileceğini söylemişti ama rahatsız edici hiçbir şey olmadı. Yolculuğumuz 3 saat 20 dk civarında sürdü. Ama öncesinde kar ve buzların temizlenmesi için 20 dk kadar bekledik. İndiğimizde hava güneşliydi, tabi ki soğuğu içinde. Pasaport kontrolünde ne şaşırtıcı ki bana hiçbir şey sormadılar ama kocamı biraz oyaladı hatun. Neymiş basılı halde rezervasyonumuz ve biletimiz yokmuş, bir dahaki sefere yanımızda bulundurmalıymışmışız 🙂 Valizimizi de sağ salim aldıktan sonra turist bilgilendirmeden otelin bulunduğu yere en kolay nasıl ulaşabileceğimizi öğrenip bizi götürecek otobüsün durağını buluyoruz. Birkaç dakika içinde gelen otobüsle güzel bir Paris turundan sonra Arc de Triumph’ta iniyoruz. Sonrasında M6 metrosunu buluyoruz. Metroya ulaşmak için baya bir yol gitmek gerekiyor. En iyi metro olduğu söylenir burada ama ben çok bir özelliğini göremedim. 4. Durak olan Passy’de iniyoruz. 10 dk’lık bir yürüyüşten sonra otelimizi buluyoruz. Bu arada bulunduğumuz yer Ren Nehri’nin yukarı tarafından Eyfel Kulesi’ne yürüyüş mesafesinde.

Otelimizin adı Le Homeu de Passy, iki yıldızlı şirin bir otel. Booking.com’da yazılan yorumlardaki gibi daracık merdivenlerden odaya ulaşıyorsunuz. Odamız ufak ama temiz. Bize yetecek kadar. Banyosu nispeten büyük ve güzel. Hızlıca yerleşip yorgunluğumuzu atıp ısınmak amacıyla şekerleme yapıyoruz. 19:00 gibi uyanıp dışarı çıkıyoruz. Resepsiyondan bu gece çok soğuk olması beklendiği için restaurantların vs. 22:30 gibi kapanacağını ve otelin kapısının da gece 01:00’de kapanacağını öğreniyoruz. Dışarı çıktığımızda bu bilginin ne kadar gerçek olduğunu anında anlıyoruz 🙂 Gerçekten inanılmaz bir soğuk var -3/4 derecelerde. Kuru, buz kesen bir soğuk. Sarıp sarmalanıp yürüyoruz. Caddede ilerledikçe Eyfel’in görüntüsü geliyor karşımıza. Muhteşem bir ışıklandırmaya denk geliyoruz. Işıl ışıl parlıyor. Sabahki görüntüsüne kıyasla oldukça ihtişamlı. Karnımız acıkmış olduğundan hemen yakınında büfe tarzı bir yere atıyoruz kendimizi. Domates ve mozarellalı sandviçin üzerine sıcacık muzlu ve nutellalı krep ilaç gibi geliyor. Ren Nehri’nin üzerinden geçerek Eyfel’e ulaşıyoruz. Yakından da çok büyüleyici. Fotoğraf karelerimizi aldıktan sonra donmamak adına geri dönüyoruz. Yolumuzun üzerinde bir mola verip capuccinomuzu içtikten sonra nispeten ısınmış bir halde otelimize varıyoruz. Paris’te ilk günümüz böylece sona eriyor. Yarın görüşmek üzere…

11 Şubat Cumartesi. Bonjour! Sabah 07:00 sularında güne başlıyoruz. Dinlenebilmiş olmanın rahatlığıyla karanlık bir Paris sabahına uyanıyoruz. Giyinip hazırlandıktan sonra kahvaltıya iniyoruz. Ufacık birkaç masalık bir alanda veriliyor kahvaltı. Bir bayan çay kahve tercihimizi aldıktan sonra bir tepsicikte getiriyor kahvaltılarımızı. İçerik Fransa’ya yakışır. Bir sepet değişik ekmek, kruvasan çeşitleri, portakal suyu, iki çeşit reçel, tereyağı ve elma püresine benzeyen değişik bir marmelat. Tabi ki bizim gözümüzü doyurmaz ama dedim ya Fransız tarzı işte. Karnımızı doyurup yola koyuluyoruz.

6. metroyla Louvre Müzesi ilk durağımız. Meşhur cam piramitin altından müzeye giriş yapıyoruz. İdare edecek düzeyde bir kalabalık mevcut. Müze hakkını verecek derecede büyük. Antik çağdan yakın çağa kadar birçok dönemin, ülkenin ve sanatçının kalıntı, heykel ve tabloları mevcut. Tabi ki de en meşhurları Mona Lisa. Aldığımız kulaklıklı rehber sayesinde birçok eser hakkında detaylı bilgiye sahip olma şansı yakalıyoruz. Bu arada dünyanın birçok farklı yerinden sayısız eseri ülkelerine getirip kendi müzelerinde sergilemeleri gerçekten akıl almaz bir durum. Sonuç itibariyle muazzam bir müze. Meşhur cam piramit ile de fotoğraflarımızı aldıktan sonra yaklaşık 6,5 saat süren gezimizi sonlandırıyoruz. Haliyle karnımız acıktı ve yorulduk. Yürürken Cafe Douphine adlı bir yer ilgimizi çekiyor. Sıcak ve samimi bir ortamı var. Aile mekanı gibi. Ailenin oğlu olduğunu düşündüğümüz genç bize çok yardımcı oluyor. Peynirli ve yumurtalı tostlarımızın -croque monsieur- yanında kırmızı şarabımızı yudumlayıp keyifli bir yemek yiyoruz. Artık devam etmeye hazırız.

Sıradaki durak Notre Dame Kilisesi. İsminden anlaşılacağı gibi filminden tanıdığımız bir yer. Görülmeye değer bir kilise. Ayrıca hikayesini bildiğimiz bir yeri gezmek başka bir keyif! Oradan yürüyerek Pantheon’a gidiyoruz. Ne yazık ki biz gelmeden az önce ziyarete kapanmış. Ama görülmeye değer. Göreceğiz de 🙂 İstikamet Champs Elysees! Biraz yürüdükten sonra doğru metroyu bulup yola çıkıyoruz. Artık akşam oluyor. Ama tam da zamanı. En canlı, en ışıl ışıl zamanında denk geliyoruz. Cadde boyunca yürüyoruz. Burada başka ne meşhur? Tabi ki macaron. Ben deniz yemeden döner miyim? Cadde üzerindeki pasajda bir pastane ilgimizi çekiyor. Rengarenk. Ufak bir mekan. Dört farklı çeşit macaronumuzu alıp yola devam ediyoruz. Hepsi de güzel. Afiyetler olsun! Cadde de ünlü araba markalarının showroom tarzı mağazaları var. Önce Mercedes’e giriyoruz. İçeride 4-5 tane birbirinden iddialı ve göz alıcı araba var. Şöylece bir göz gezdirip devam ediyoruz. Sırada Toyota var. Burada ise ağırlıklı hibrit arabalar sergileniyor. Yine 3-4 tane yeni nesil güzel arabası var. Ayrıca hibrit teknolojisinin tasarrufunu gösteren maketlerin kullandığı ikili bisiklet de var. Hoş bir gösterim şekli olmuş. Arabalar hakkında bilgimizi edindikten sonra çıkıyoruz.

Arc de Triumph son durak. Bu arada belirtmeyi unutmamak lazım. Akla zarar bir soğuk var yine. İliklerimize kadar donduk desek yeridir. Şimdi ısınmak ve yemek zamanı. Yine gözümüze hoş görünen Le Deavville isimli bir restauranta atıyoruz kendimizi. Menüde margarita pizza ve kırmızı şarap var. Mekan çok samimi, beğendik. Lezzeti de güzel. Karnımız da doyduğuna göre artık dönebiliriz. Yine 6 metrosuyla otelimize dönüyoruz. Yorucu, soğuk ama güzel bir gündü. Paris’i sevdik. Yarın kaldığımız yerden devam. İyi geceler…

12 Şubat Pazar. Bu kez geçmiş günün yorgunluğu ile 30 dk rötarlı olarak 07:30’da güne başlıyoruz. Aynı menüden oluşan kahvaltımızın ardından sakin ve sessiz bu Pazar sabahında kendimizi yola atıyoruz. İlk hedef Musee de l’Orangerie. Anlaşılacağı üzere bugün sanat ağırlıklı bir gün olacak 🙂 Ağırlıklı olarak Monet öne çıkmakla birlikte Cezanne, Picasso gibi birçok önemli ressamın yine oldukça önemli eserlerinin yer aldığı bir müze geziyoruz. Sabahın erken saatleri olduğu için gayet sakin ve huzurlu. Düzenli ve güzel bir müze. Gezimizin öne çıkan akımı impresyonizm ki en önemli temsilcisi Monet imiş, örneklerle öğreniyoruz. Müzeden ayrılıp Concorde Meydanı’nda güzel fotoğraf kareleri yakalıyoruz.

Sonrasında yürüyerek çok yakınlarda olan Musee d’Orsay’a varıyoruz. Pazar günü öğleden sonra saatleri, sonuç sonu gelmez bir kuyruk. Hem de dondurucu soğukta 🙁 Çare yok bekliyoruz. Yaklaşık bir saat süren bekleyişin ardından muazzam müzeye giriş yapıyoruz. İnanılmaz büyük ve ihtişamlı bir müze. Burası eskiden tren garı olarak hizmet veren bir alan. Mimarisi çok ilginç. Yüksek tavanlı, ferah. Müze haline getirilmiş durumu çok daha ilginç; odalar, labirentler… Yerleşimi bile ayrı bir sanat eseri. Tablolar, heykeller, mobilyalar, eşyalar… Sanat tarihine geçmiş 4.000’e yakın eser. Monet, Van Gogh, Cezanne, Coubert, Rodin eserleri sergilenenlerden en önemlileri diyebiliriz. Gezimiz 5 saat sürüyor. Halimiz malum. Ama pes etmek yok. Maalesef saat itibariyle başka bir müze gezme şansımız kalmadığı için rotayı Eyfel Kulesi’ne çeviriyoruz. Rer C treni ile hedefimize varıyoruz. Bu arada her iki müzeyi de görmek isteyenler önce mutlaka Musee d’Orsay’a gitsinler. Öğleden sonra burada çok kuyruk oluyor!

Hava henüz kararmadığı ve kulenin ışıklandırması başlamadığı için öncesinde en güzel Eyfel manzarası için kulenin karşısındaki Trocodero Meydanı’na çıkıyoruz. Gerçekten de manzara inanılmaz. Hem Eyfel’e hem de Paris’in çok önemli bir bölümüne hakim konumda bu meydan. Doğal olarak ortam çeşit çeşit fotoğraf çekenlerle dolu. Biz de onlardan biriyiz. Muhteşem fotoğraflar alırken hava kararıyor ve kule ışıklandırmalarıyla bambaşka bir ruh kazanıyor. Artık kuleye gitmenin zamanı geldi diyor ve neredeyse kulenin altındaki alanın tamamını kaplayacak nitelikteki yüzlerce kişiden oluşan kuyruğa dahil oluyoruz. Hava artık dayanılmaz bir soğukluğa erişiyor! Bugünkü kuyruk kaderimiz değişmiyor. 40 dk kadar dondurucu soğukta bekliyoruz. Ayaklarımız tüm hissiyatını kaybetmiş durumdayken kuleye giriş yapıyoruz. Tercihimiz 2. Kata çıkmak. Asansör ile 115 m yüksekliğindeki 2. Kata ulaşıyoruz. Bu arada ek bir bilgi: kulenin tepesinin yüksekliği ~276 m. Manzarayı nasıl anlatayım ki! Tüm Paris ayaklarımızın altında. Hem de ışıl ışıl, pırıl pırıl. Bakmaya doyamıyoruz. Gezdiğimiz, gezemediğimiz tüm yerler kadrajımızda. Ufak bir şarap alıp yanında bulabildiğimiz tek meze cips ile manzaranın tadına varıyoruz. Gerçekten romantizmde gelinebilecek son nokta diyebilirim ki mutlaka görmeli ve yaşamalı. Bir saate yakın bu manzaranın keyfini çıkarıyoruz –olanca gücüyle bizi zorlayan soğuğa rağmen! Her güzel şeyin bir sonu var, iniyoruz aşağı. Otelimizin yoluna giderken Bir Hakeim civarında Le Bailli de Suffren isimli hoş bir mekan buluyoruz. Ben spagetti bolognese, aşkım da biftek yemeyi seçiyoruz. Tabi ki yanında Bordeaux kırmızı ile. Çalışanlarıyla sıcak bir mekan. Lezzetli ve keyifli bir gece oluyor. Tatlımızı da yedikten sonra kalkıyoruz. Son durak sıcacık otel odamız! Böylece Paris’teki son gecemiz de son buluyor… Oldukça soğuk, yorucu ama bir o kadar zevkli, doyurucu ve güzel bir gündü. Paris’i sevmeye devam ediyoruz. İyi geceler…

13 Şubat Pazartesi. Günaydın! Artık özümüze dönme vakti. Hem yorgunluktan hem de dönüş psikolojisinden kaynaklı bir zorlanmayla 07:30 sularında güne başlıyoruz. Bu kez valizimizi de hazır ettikten sonra kahvaltıya iniyoruz. Dönüşümüzün şerefine olsa gerek hava nispeten daha iyi, yağmurluya dönüş biraz. Kahvaltıdan sonra biraz dolaşmak ve ufak tefek alışverişler için dışarı çıkıyoruz. Passy caddesinden yürüyerek devam ediyoruz. İki saate yakın çevrelerde dolaşıyoruz. Saat henüz erken olduğu için ortalık sakin, mağazaların birçoğu kapalı. Havaalanına geç kalmamak adına otelimize dönüp çıkış yapıyoruz. Metro 6, Rer B treni ve OrlyVal tramvayı ile havaalanına ulaşıyoruz. Bilet almak kısa sürüyor ama pasaport ve güvenlik geçişinde toplamda bir saate yakın bekliyoruz. Neyse ki erken gelmişiz. Tüm zorlu aşamaları atlattıktan sonra bir şeyler atıştırıp uçağa geçiyoruz. Ama bu geçiş de kolay olmuyor. Bizi uçağa götüren otobüsün içinde 10-15 dk kadar beklemek zorunda kalıyoruz. Yakıt aracının gecikmesi sebebiyle 30 dk geç kalkıyor uçağımız. Sağ salim gidelim de gerisi boş! Ve böylece bir tatil macerası daha sona ermiş oluyor. Gerçekten çok güzel ve yerinde bir kaçamak oldu. Paris görülmeye değer. Aklımızdaki birkaç yeri –Disneyland dahil 🙂 – görmeyi zamana sığdıramadığımız için bir daha gelmek şart görünüyor 🙂 Kısmet ne zamana nasıl olacak bakalım… Bir başka macerada görüşmek üzere…

Maliyet Notu: 3 gece 4 günlük bu tatilimiz tüm masraflar dahil hesaplayabildiğimiz kadarıyla 2 kişi için 900 € civarında. İlgilenenlere seve seve detay ve tavsiye verilir…

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *