Ola!

On June 28, 2013

İş seyahatlerimden buraya pek malzeme çıkmazdı genelde ama bu sefer paylaşmaya değer şeyler gördüm ve öğrendim. Yolculuk İspanya’nın Navarra bölgesindeki Pamplona şehrine. Gidiş sebebim Esquiroz’daki Soğutucu Fabrikası’nda denetim yapmak. Uçak saatlerinin uygunsuzluğu ve aktarma gerekmesi sebebiyle bir gün önceden gidip bir gün sonra dönmek durumunda kaldım. Gerçi hem hazırlanmak hem de dinlenmek adına fena da olmadı.

 

28 Mayıs Salı günü sabahın erken saatlerinde havaalanındaydım. İşlemleri bitirdikten sonra Ahmet arkadaşımla THY’nin lounge salonuna geçtik kahvaltı için. Daha sakin ve nezih olması beklenen salon havaalanının her yerinden daha kalabalıktı ve ne tarz insan ararsan vardı. Bu kadar insana o bolluğu sunmaya devam ederse THY’nin bilet fiyatlarının ucuzlamayacağı kesin gibi görünüyor 🙂 THY’nin 07:50 İstanbul-Madrid uçağıyla yolculuk başladı. Yeni Boeing 739 tipi uçağa denk geldik. Gayet konforluylu ve ne mutlu ki eğlence sistemi de vardı. Hayatımda ilk defa bayan bir pilotla uçma şerefine nail oldum ve gayet de memnun oldum çünkü oldukça başarılıydı kendisi. Güne erken başladığım için 4 saatten fazla sürecek olan yolculuğu uyuyarak geçirmeyi planlamıştım ama başlarda nedense uyku tutmadı. Zaman geçirmek için film izleyeyim dedim. Repertuar çok zengin değildi, Ice Age 4 iyi gider diye düşündüm biraz eğlenmek adına:) Keyifle filmi bitirdikten sonra yolculuğun ikinci yarısında uyuyarak dinlenme imkanı buldum. Yerel saate göre 11:30 civarlarında Madrid havaalanına indik. Ve 4 buçuk saatlik bekleme süremiz başladı. Valizleri aldıktan sonra (arada çok zaman var diye güvenemeyip aktarma yaptırmamıştık 🙂) indiğimiz Terminal 1’den otobüs ile uçağın kalkacağı Terminal 4’e geçtik. Neyse ki erken olmasına rağmen check-in yapıp valizleri teslim edebildik. Madrid havaalanı oldukça büyük ve güzeldi. Dört tane terminal var ve geçişler otobüsle yapılabiliyor. Terminal 4 nispeten daha küçüktü. Kahvaltı için sınırlı seçenekten birini seçip oturduk. Bu arayı denetimle ilgili biraz çalışma için kullandık. Ne yazık ki birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da bedava internet mevcut değildi 🙁 Kahvaltı sonrasında Danone’nin Yoghourt Helado diye bir standı dikkatimizi çekti. Türlü türlü yoğurtlar yapıyorlar. Ananaslı ve karamelli krema kıvamında soğuk bir yoğurt denedim. Gerçekten beklediğimden çok daha lezzetli bir karışım çıktı.

 

Zaman bu şekilde geçti ve sıra geldi ikinci uçuşa. Iberia havayollarının Madrid-Pamplona uçağıyla yaptık aktarmamızı. Check-in yaparken fark ettiğimiz üzere ikişerli koltuklu küçük bir uçaktı. Küçük olması neyse de eski de bir uçaktı. Toplamda 1 saat kadar rötarlı kalktı, ne sebeple belli değil. Hayatımdaki en kötü uçuş tecrübesiydi diyebilirim. Maldivler’de bindiğimiz pır pır deniz uçağı bile bu kadar sarsmamıştı. İnanılmaz sallantılı geçti yol. Zaten 1 saatlik uçuşun 10 dakikasına falan sakin yol aldık. Haliyle de gözümü kırpamadım. Neyse ki sağ salim Pamplona’ya indik. Pamplona havaalanı ufacık. Samsun havaalanından bile küçük. Günde 6 uçak kalkıyormuş zaten 🙂 İndiğimizde hava serin ve yağmurluydu. Daha sonra taksiye binip otele gittik.

 

NH Iruna Park adlı 4 yıldızlı bir otelde kaldık 3 gün boyunca. Büyük ve güzel bir oteldi. Tasarım olarak biraz eski olmakla birlikte gayet temiz ve konforluydu. Ayrıca ücretsiz wi-fi de vardı. Yerleşip bir saat kadar dinlendikten sonra dışarı çıktık. Otelin yeri çok güzel. Evlerin olduğu yerleşim bölgesinde. Merkeze de çok yakın. Yürüyerek 20-25 dakika kadar sürüyor. Bu arada yürüyüş güzergahı da oldukça keyifli. Kocaman ve yemyeşil bir parktan geçerek ulaşılıyor meydana.

 

Merkezde iki farklı meydana açılan daracık sokaklar var. Yapı tamamıyla eski ve tarihi. 3-4 katlı, Fransız balkonlu evler,IMAG0489 altlarında restaurant-bar-mağazalar, Arnavut kaldırımlı yollar… Gerçekten otantik ve romantik bir havası var şehrin. Bu arada gezdiğimiz bölge meşhur San Fermin Festivali’nin yapıldığı yerdi. Hani şu bilinen şekliyle boğaların insanları kovaladığı ve tartakladığı 🙂 Kısaca bilgi vermem gerekirse, festival her yıl 6-14 Temmuz IMAG0487tarihleri arasında gerçekleşiyor. İlk gün 12:00’de belediye binasından havai fişek atılmasıyla başlıyor. Sonrasına 9 gün boyunca her gün encierro dedikleri boğa koşusu gerçekleşiyor. Boğalar düzenlenen güzergah boyu 825 m koştuktan sonra Plaza de Toros de Pamplona adı verilen arenaya giriyorlar ve koşu bitiyor. Koşu dışında bir de boğa güreşi var. Bu güreş üç safhada gerçekleşiyor. Önce biraz gösteri, sonra boğayı daha da kızdırma ve en sonunda da maalesef kılıç ile öldürme 🙁 Ne yazık ki pek insani olduğu söylenemez. Zaten yerli halkın çoğu ne koşuyu ne de güreşi çok sevmiyor. Daha çok turistlerin ilgisini çeken bir festival bu. Zaten o dönemde genellikle yerli halk kalabalıktan da kaçmak için şehri terk ediyormuş. 200 binlik nüfusun 1 milyona çıktığı tahmin ediliyor o dönemde 🙂 Kalanlar da turistlerin izlemesi için balkonlarını kiralıyorlarmış müthiş bir ticari zeka ile 🙂

 

Bu arada festival zamanı boğalar için kullanılan arenada bugünlerde ne ilginçtir ki Oktoberfest düzenleniyordu. Münih’tekinin tıpkısının kopyası 🙂 Arenanın ortasında kocaman bir çadır, ahşap masalar, bir sahnede Almanca canlı müzik ve kocaman bardaklarda biralar… Mis gibi şarapları dururken ne işleri var birayla çözemedim ama neyse 🙂 Zaten katılımcıların yaş ortalaması da 18’in altındaydı…

IMAG0492

 

İspanyolların ilginç bir diğer kültürü ise yemek zamanlaması. Restaurantlarda 21:00-21:30 öncesinde yemek yeme şansınız yok çünkü ocaklar açılmıyor. O zamana kadar tapas dedikleri ufak atıştırmalarla bir şeyler içerek oyalanıyorlar. İlk gün bu saat bizim için biraz geç olduğundan otele dönüp orada yemeyi tercih ettik. Gerçi orda da yemeğin gelmesi 21:00’i buldu o ayrı 🙂 Günün yorgunluğuyla geceyi de sakin geçirmek akıllıca oldu.

 

Ertesi gün erken başladı. Otelde güzel bir kahvaltıdan sonra denetim için fabrikaya geçtik. Gerçekten yorucu ve uzun bir günün ardından akşam yine dışarı çıktık. Bu sefer yemek için beklemeye karalıydık. Planı buna göre yapıp Chezbelagua adlı bir restauranta gittik. Mekanın konsepti değişikti. Uzun ahşap masalar, bu masaların yan tarafında duvara gömülü 4 büyük ahşap fıçı ve dekorasyonda kullanılan çokça şarap şişesi… Fıçıların olayını sonradan çözdüm. İçlerinde cider dedikleri elma sulu alkollü içecek ile kırmızı ve rose şarap var. Yanındaki raflarda küçük testiler ve büyük su bardakları yer alıyor. Verdikleri menünün içerisinde sınırsız içecek var ve kendin gidip bu testilere doldurarak alıyorsun şarabını, süper 🙂 IMAG0495IMAG0496IMAG0494

Biz de menü aldık doğal olarak. Başlangıç olarak bacalao balıklı omlet ki pek sevmedim, cider soslu domuz sosisi ki yemediğim malum, kırmızı köz biber ki tek yediğim bu oldu ve yine bacalao balığıyla yapılmış kanepeler geldi. Ve sonrasında iki kişiye bir tane olacak şekilde 400 gr’lık t-bone biftek! Doğal olarak az pişmişti ama lezzetliydi. Yemesi biraz zaman aldı o ayrı 🙂 Final olarak da cheesecake hem de en başarılı uygulamalarından! Bugünü de bu vesile ile tatlı sonlandırmış olduk…

IMAG0502IMAG0498IMAG0503

 

Bu arada benim muhteşem şansıma İspanya yılın bu mevsimi için tarihinin en kapalı havasını yaşadı 🙁 Hep karanlık, sık sık yağmur ve İstanbul’un yarısı kadar sıcaklık derecesi! Hava muhalefeti benim için gezmeye engel değil o ayrı tabi 🙂

 

Perşembe günü yine önce fabrikaya gittikten sonra akşam hep beraber meydanda buluştuk. Bu sefer bir sürpriz karşıladı bizi. Sokakların en kalabalık, cıvıl cıvıl olduğunu iddia ettikleri Perşembe akşamı sokaklar bomboştu. Başımızı sağa sola gezdirdiğimizde gördük ki mekanların da büyük bir çoğunluğu kapalı. Tabi fabrikadan Luis gelene kadar bu duruma bir anlam veremedik. Sonra öğrendik ki İspanya’nın özerk topluluklarından olan Bask ve Katalunya İspanya’dan ayrılmak istiyormuş. Bunlardan Bask’ın ayrılmasını destekleyen siyasi ve biraz da ticari bir sendika o gün grev yapmış. Birçok mekan sahibi ise bu sendikanın üyesi olmamasına rağmen karşı çıkmamak ve zarar görmemek adına dükkanını açmamış. Neyse ki Luis bizi götürmeyi planladığı mekanı önceki günden arayıp açık olduğunun teyidini alıp rezervasyonumuzu yapmış 🙂 Tabi saat yine yemek için biraz erken olduğundan oyalanmak adına açık olan nadir barlardan birine girdik. Barın adı Hemingway. Adının sebebi Ernest Hemingway’in “Güneş de doğar” isimli eserini bu barda yazmasıymış. Gerçekten yüksek tavanlı, tarih kokan bir tasarımı vardı barın. Ve tıklım tıklım da doluydu. İspanya’nın en hoşuma giden yanı (özellikle de üst üste yapılan Almanya seyahatlerinden sonra 🙂) insanların gayet modern ve bakımlı olmaları oldu. Yaşı ilerlemiş teyzeler bile gayet kıvamında -yani abartıya kaçmadan- süslü, bakımlı ve güler yüzlülerdi. Ve hemen her yaşta insan oturup muhabbet ederek keyifli vakit geçiriyordu. Biz de şarabımızı içtikten sonra bir otele ait olan Ansoleaga 33 isimli restauranta geçtik. Çok büyük olmayan elit bir mekandı. Yine menü aldık. Sanırım bizdeki gibi menü kültürü yaygın burada da 🙂 Başlangıç olarak ben gorgonzola peynirli ve fındıklı yalancı pirinç adlı bir tercih yaptım. Aslında bir çeşit pilav gibiydi. Ufak emaye bir tencerede getirdiler, sevimli bir sunumdu. Sonrasında yine et olarak bonfile yedik soslu. Benim için oldukça büyük bir porsiyondu. Tabi ki yine az pişmiş (iyi pişmiş olsun dememize rağmen 🙂). Lezzetli olduğu için yiyebildiğim kadarını yedim. Yemeğin yanında güzel bir kırmızı şarap içtik. İspanyol şaraplarını da beğendim. Çok kalitelilerden içmememize rağmen gayet başarılılardı. Ve geldik can alıcı finale 🙂 Tatlı olarak çilekli dondurmalı bir sufle tercih ettim ki anlatılmaz yaşanır! İki gündür yediğim tatlılar uzun zamanın en başarılı tercihleri oldu. Zaten geç başlayan yemek bu kadar çok şey yiyince geç de bittiğinden sonrasında vedalaşarak direk otele gittik. Dönüş günü eziyeti bekliyordu bizi 🙁

  IMAG0511IMAG0512IMAG0513 Cuma günü 04:30’da güne uyandım. Her şeyimi toparlayıp çıkış işlemini bitirdikten sonra taksi ile havaalanına gittik. Bu arada uçağımız 06:30’da ancak havaalanı 05:30’da açılıyormuş bu yüzden check-in işlemleri de 06:00 gibi başladı. Atatürk havalimanındaki süreleri düşününce komik buldum bu rahatlığı 🙂 Neyse ki bu sefer normal bir uçağa denk geldik ve 1 saat de olsa mışıl mışıl uyudum. İyi de oldu çünkü bir sonraki uçak için bu sefer 5 saat bekleyecektik. Madrid’e indikten sonra Terminal 1’e geçtik. Ne yazık ki çok vakit olduğu için valizleri teslim edemedik bu kez. Bu yüzden bulduğumuz en makul yere oturup kahvaltı ettik. Sonra uçuşa 2 saat kadar kala check-in’imizi yaptık. Niyetimiz yine lounge’a gidip vakit geçirmekti. Ahmet arkadaşımın ufak bir yanlış anlaması sebebiyle pasaport kontrolünden önce olduğunu düşündüğümüz yeri bulmak üzere yarım saatten fazla yürüdük ki sonunda diğer terminale varmıştık. Oradaki lounge’a girince öğrendik ki bizimki geldiğimiz terminalde ve pasaport kontrolden sonraydı 🙁 Neyse ki uçağa bir saat kala falan asıl hedefe ulaştık. Aslında ulaşmasak da olurdu çünkü çok fazla yiyecek yoktu ve internet de sınırlıydı. Yine de dinlenmiş olduk o yürümenin üzerine 🙂 Uçağımız 12:30’da zamanında kalktı, yine Boeing 739’la uçtuk. Bu sefer daha dinlenmiş olduğum için uyumak istemedim. “Hayatımın Atışı (Trouble with the Curve)” isimli bir film izledim. Clint Eastwood’un bir beyzbol oyuncusu avcısı rolünde olduğu Amy Adams ve Justin Timberlake’in de oynadığı keyifli ve duygusal bir filmdi. Kafayı boşaltıp haftanın yorgunluğunu atmak adına çok etkili oldu. Sonrasında da “How I met your mother”dan üç bölüm izledim ve seyahatim sağ salim sona ermiş oldu.

 

Kısa süreli ve yoğun bir iş seyahati için oldukça verimli geçti aslında İspanya macerası. Planımızda tatil için Barselona’ya gelmek vardı ilk olarak ama bu sürpriz seyahat da fena olmadı. Artık darısı İspanya’da tatile…

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *