Zifiri Karanlık…

On November 3, 2014

Evet, kelimenin tam anlamıyla öyleydi…

Gitmekte çok geciktiğim ama yazmakta gecikmek istemediğim “Karanlıkta Diyalog”tan bahsedeceğim bu sefer… Aslında çok uzun zamandır açık olan bir sergi. Belki – ve umarım – bir çoğunuz biliyorsunuz. Yok eğer bilmiyorsanız ya da gidemediyseniz az çok fikriniz olsun istedim.

Karanlıkta Diyalog bir nevi sergi ama yaşayan bir sergi. İçinde karanlık var, diyalog var, ama en çok da empati var, duyular var, duygular var… Bu sergi bir parkurdan oluşuyor. Bu parkurun amacı bizlere görme engelli bir hayatı kısaca deneyimletmek. Parkurda küçük bir İstanbul kurulu bizler için.

20141101_160725Bu sergi Gayrettepe metro istasyonunda yer alıyor. Uluslar arası bir sergi, şehir şehir dünyayı dolaşıyor. Burada amaç 1,5 saatlik bir seans süresince küçük İstanbul’da görme engelli biri gibi yaşamak. Seansların belirli saatleri var. Biletix’ten ya da serginin olduğu alandan biletlerinizi temin edebiliyorsunuz. Sanıyorum en fazla 10’ar kişilik gruplarla alıyorlar seansa. Önce sergi görevlisi size kısa bir tanıtım yapıyor içeride sizi nelerin beklediğine dair. Bu arada içeri girerken yanınızda biraz bozuk paradan başka bir şey bulundurmamanız gerekiyor. Çanta, telefon, gözlük vs. neyiniz varsa anahtarlı dolaplara kilitleyip öyle giriyorsunuz. Tanıtım sırasında önce görme engelli bastonlarından veriyorlar. Sonra da gözlerin karanlığa alışması için ışığın yavaş yavaş azaldığı kısa bir parkurda alıştırma yapıyorsunuz bir nevi. Asıl parkurun girişinde ise sizi gerçek bir görme engelli rehber karşılıyor. Artık sonuna kadar ona emanetsiniz.

Ve içerisi… Karanlık, hem de zifiri! Bu kavramın nasıl bir şey olduğunu ancak orada anlıyorsunuz. Gözünüzü sonuna kadar açsanız da en ufak bir ışık zerresi bile yok. Gerçekten çok acayip bir duygu. Öyle göz kapamayla falan anlaşılacak gibi değil yani. Tabi insan güdüsel olarak canlandırıyor hemen etrafında bir şeyler. Ne de olsa biz biliyoruz neyin neye benzediğini. Tabi ki gerçek hayatta olduğu gibi öyle bomboş ortada kalmıyorsunuz. Parkurun büyük bir kısmı dar koridorlardan oluşuyor. Kolay yürüyebilmeniz adına bir elinizle bastonu tutup diğer elinizle yanınızdaki duvarı takip etmeniz söyleniyor. Ara ara dağılsa da genellikle tek sıra halinde yürüyorsunuz. Yürüyüş süresince rehberiniz size nerelerden geçtiğinizi anlatıyor ve sizin de dokunarak nerede olduğunuzu neye dokunduğunuzu tahmin etmenizi istiyor. Bu arada aynı gerçek hayattaki sesler yükseliyor sürekli etrafınızda, yani gerçekten oradaymışsınız gibi.

20141101_160556

Önce bir parkın yanından geçiyorsunuz. Elinize çitin tahtaları, ağaçlar, çiçekler geliyor, ve hatta park halinde bir bisiklet. Sonra bir manavın yanından geçiyorsunuz. Meyve ve sebzelere tek tek dokunup koylayıp anlamaya çalışıyorsunuz ne olduklarını. Bir apartmanın yanından geçiyorsunuz sonra, posta kutusu ve apartman kapısından anladığınız. Ve sıra geliyor ilk aktiviteye, İstiklal Caddesi’ne çıkıp tramvaya binmeniz gerek! Tabi ki rehberiniz oldukça yönlendirip yardımcı oluyor. Ama binmesi, oturacak boş yer bulması ve inmesiyle gerçekten biraz zorluyor bu sefer. Sonrasında gerçek hayatta belki de görme engelliler için en zor işlerden biri olan trafikte karşıdan karşıya geçmeniz lazım. Konuşan ışıklarda kırmızı da bekliyorsunuz. Bu arada vızır vızır araba sesleri ve kornalar gerçekten ürkütüyor insanı. Beklerken rehberiniz size yaşadıkları zorluklardan ve bizlerden beklentilerinden bahsediyor. Bir kez daha fazlasıyla hak veriyor ve mahcup oluyorsunuz tüm bencil görenler adına. Bunu da başarıyla atlattıktan sonra bir odaya giriyorsunuz. Odanın duvarında büyük büyük harfler var, hem Latin hem de görme engellilerin kullandığı Barille alfabesine ait. Herkes bir harfin önünde duruyor ve dokunarak ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Rehber de Barille alfabesinin nasıl okunduğunu anlatıyor. Açıkçası bu güne kadar anlamamıştım mantığını. Meğer 6 tane noktanın yukarından aşağıya üç sıra ve yan yana iki kolonda yani 6 tane alanda farklı kombinasyonlarda yerleşmesiyle oluşuyormuş harfler. Normalde olduğu gibi her harf bir simge, yani kelime ve cümle kurulumu aynı yapıda. Bu yeni bilgiyi de öğrendikten sonra iniyoruz iskeleye, vapura binmeye! Bu da en az tramvay kadar zorlu bir deneyim. Hele bir de gerçek hayattaki koşturma ve curcunayı düşününce nasıl başarabildiklerine hayret ediyorsunuz… Vapur tecrübesi de gayet gerçekçi; rüzgar esiyor, martı sesleri geliyor, vapur sallanıyor. Sonra iniyorsunuz teker teker. Sıradaki ve son aktivite ise kafeye gitmek. Bir kapıdan geçerek müzik seslerinin yükseldiği bir ortama gidiyorsunuz. Girince rehber sizi bara yönlendiriyor. Orada da sizi başka bir görme engelli karşılıyor. Su, çay, kola gibi kısıtlı bir menüden siparişlerinizi alıyor tabi ki parası karşılığında. İçeceklerinizi alıp grup halinde daire şeklinde (yani sanırım) bir koltuğa oturuyorsunuz. Burası parkurun sonu. Soru, cevap ve geribildirim için ayrılmış zaman. Rehber sizlere neler hissettiğinizi ve düşündüğünüzü soruyor. Tabi siz de ona merak ettiklerinizi.

Bizim rehberimiz 41 yaşında Engin isimli çok sıcakkanlı, pozitif ve vapurda seslendirdiği şarkı vesilesiyle anladığımız kadarıyla çok güzel sesli bir beydi. Kendisi görme duyusunu yaklaşık 8 yıl önce başlayarak kademeli olarak kaybetmiş 5 yıl içerisinde tavuk karası rahatsızlığı nedeniyle. Bir süre hiç dışarı çıkmamış ama daha sonra 6 ay bir rehabilitasyon merkezinde kalmış. Orada hem baston kullanımı, hem bilgisayar kullanımı hem de Braille alfabesi üzerinde eğitim almış. Aynı zamanda hayata karışmakla ilgili rehabilitasyon da görmüş. Ve sonrasında her işini kendi yapar her yere kendi başına gider hale gelmiş. İnanılmaz esprili bir adam. Sorduğunuzda hiç görmemek daha iyi diyor bildiğin bir zevkten mahrum kalmanın zorluğuna istinaden. Diğer duyularının çok geliştiğini, onlardan çok çok daha fazla faydalandıklarını söylüyor. Ve ekliyor bu ülkedeki be bu şehirdeki eksiklik ve zorlukları… Daha yeni yeni hayata geçen kaldırımlardaki sarı noktalı yolların bile insanlar tarafından nasıl ihlal edildiğini anlatıyor. “Burada ben size rehberlik ettim, dışarıda da bizim kılavuzumuz sizlersiniz” diyerek düşündürücü bir mesaj veriyor. Sorularınıza çok içten ve samimi bir şekilde cevap veriyor. Açık konuşmak gerekirse onları biraz olsun anlamak adına güzel bir fırsat. Ve zamanın dolmasıyla birlikte sizi parkurun dışına kadar götürüyor ve vedalaşıyorsunuz…

Peki ben neler hissettim? Öncelikle tahmin ettiğimden daha hızlı uyum sağladım. Tabi sadece gözlerden bahsediyorum yoksa psikolojik olarak alışmak çok zor 🙁 Durumun geçici olduğunu bilmenin ve normalde görüyor olmanın verdiği bir rahatlık da var. Etrafta olduğunu söyledikleri ya da hissettiğiniz şeyleri çok kolayca kafanızda canlandırabiliyorsunuz. Ama bırakın bastonu, duvara dokunarak ilerletmeseler çok zor yön bulmak. Bununla birlikte sese karşı hassasiyet otomatikman artıyor ve sesin geldiği tarafa yönelmeniz normale göre daha kolay. Görmemek gerçekten zor, belki otururken dururken değil ama koşuşturmanın kargaşanın içerisinde çok fena! Hele de bizim ülkemizde bildiğin hayat mücadelesi… Sırf bu nedenle İstanbul’daki yaklaşık 100 bin görme engellinin %10’u ancak dışarı çıkıyormuş. Haksız da değiller hani! Ama şu da var ki kısa bir süreliğine de olsa, çok daha sağlıklı ve kolay koşullarda da olsa empati kurabilmek gerçekten çok değişik bir duyguydu. Psikolojik olarak etkisinde kalmayacak herkese öneririm.

Peki daha iyi olabilir yanları nelerdi – iyi derken daha amacına uygun? Bir kere gruptan yana şansımız çok kötüydü. 2-3 tane 10 yaş civarlarında çocuk vardı, hem de sürekli bağıran konuşan cinsinden. Mütemadiyen konuştukları için ortamın havasına girmek, görmeden sadece dinlemek falan öyle kolay ve verimli olmadı ne yazık ki. Büyüklerden de öyle biri vardı ki çocuklardan beter. Düşünün yani orda başka bir dünyayı o dünyadan birini tanımak gibi önemli bir amacımız varken biz çocuğun dünya üzerinde gittiği şehirlerden, mesleğinden, yaptığı aktivitelere varana kadar tüm şeceresini öğrendik neredeyse! Ekip böyle gayri ciddi olunca rehberimiz de biraz rahat ve geyik davrandı. Bu da ortamın ciddiyetini, ders verici yanlarını zayıflattı. Sanki lunaparkta korku tüneline gelmiş hava vardı grubun çoğunda. Ve son olarak parkura gelirsek evet güzel bir simülasyondu o hayatı görmek açısından. Ama her şey fazla kolay ve güzeldi. Yani ne onların yaşadığı zorlukları gerçekten görecek ne de ruh hallerini anlayacak bir ortam hazırlanmamıştı. Oradayken hissetmek ve yaşamak açısından güzel, ama benim beklentim oradan çıktıktan sonrası için de vurucu bir etki bırakmasıydı. Yani biraz zor durumda kalsak, afallasak, yanlış bir şeyler yapsak empati daha verimli olurdu diye düşünüyorum.

Tabi nasıl olursa olsun onları anlamaya yetmez. Bu sadece kendilerini hatırlatmaları için, onlara destek olmuyorsak bile köstek olmamamız için kısa bir mesaj… Ve aslında mesajın özü şu ki; en başta varlıklarını kabul edip onları hayatımıza dahil etmek olmak üzere hepimizin onlar için, onların hayatını kolaylaştırmak için yapabileceğimiz bir şeyler var!!!

Dilerseniz Facebook ya da Twitter adreslerinden bu organizasyonu takip edebilir, benim dışımda da gidenlerin yorumlarını alabilirsiniz!

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *