Yine ve yeniden Gökçeada’dayız…

On September 2, 2016

Gökçeadayı bu kez de Deha Oto’dan okuyalım o zaman 🙂

Aynı yeri ikinci defa yazmaya çalışmak pek kolay olmuyor. Ancak diğer pencereden bakmalı. İkinciler daha iyi gözlem şansı sunarak daha verimli zaman geçirmenizi sağlıyor. Bunu Gökçeada ziyaretimiz için de gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. İlk ziyarette geride bıraktığımız tecrübelerin katkısının da hakkını teslim ederek…

Pek bir alternatifi olmadığından arabalı vapur seyahati ile yolculuk başladı. Ancak küçük tatil beldelerinin ve butik işletmelerin avantajlarını ortaya koyabilmek adına kaydı biraz başa alalım. Plansız gerçekleşen bir seyahat ve 30 Ağustos Zafer bayramı öncesi olması sebebiyle konaklamak istediğimiz otelimizde yer kalmamıştı. Yolculuktan bir gece önce Çınarlı Kasrı’nı aradığımda buna benzer cevaplar aldım. Adımı ve numaramı bırakarak rezervasyon iptali durumunda bana haber verilmesini rica ettim. Sabah erken saatlerde -ısrarımı da göstermek adına- tekrar aradım. Tam da o sırada rezervasyon iptali olduğunu öğrendim ve kaydımızı yaptırdım. Hızlı hazırlık bizi vakitlice Kabatepe limanına ulaştırdı.

Adalara ulaşımın çok keyifli olduğunu düşünürüm. Ana kıta ile bağınızın kesildiği düşüncesi, olası doğa olaylarının adada mahsur kalmanızı sağlayacağı gerçeği, bu yüzyılda olsak da alışılan iletişimin adalarda aynı hızda olamayışı gibi tedirginlikleri aşmaya başladığınız anda yolculuk keyifli olmaya başlıyor. O andan itibaren doğallık, yerel kültür tanıma iştahı, endüstriyel alanlardan göz-kulak-burun alabildiğince uzak olacağınız gerçeği siz farkında olmadan yüzünüzde beliren tebessümle son buluyor. İşte o tebessüm ada yaşamı boyunca size eşlik ediyor.

20160829_153628

Bir saatlik Kabatepe-Gökçeada yolcuğu bu duygularla son buldu. Feribottan iner inmez adanın güneyindeki Aydıncık plajındaki otelimize yöneldik. Yol boyu -özellikle liman ve merkez arası- Türkiye’nin plansız ve doğayı/geleceği görmezden gelen inşaat hevesi bize eşlik etti. Üzülmemek elde değil. Merkez çarşının şu ana kadar bu değişime direnmiş olması sevindirici. Merkez ile Aydıncık plajı arasındaki 10 km’lik yol, adanın doğal ortamında yetişen ve neredeyse sembolü haline gelen keçilerin eşliği ile geçti. Ağaca tırmanan keçiler, uyuyan keçiler, traktörün üstünde keçiler…vs yolculuğu şenlendirdi. Organik ve kendin topla konseptindeki tarlaları geçerek rüzgar sörfü ve kite sörf meraklılarının mabedi olan Aydıncık/Kefaloz plajına ulaştık.

Otelimiz bu sene henüz ikinci sezonunu yaşayan Çınarlı Kasrı. Nam-ı diğer Çınarlıhan. Zarif bir karşılama sonrası odamıza yerleştik. Temiz, renk uyumu ve yerleşimi uygun, manzaralı bir odamız var. Adına yakışır bir otel. Doğal taş ve doğal taş görünümlü malzemeler kullanılmış. Sade, gözü yormuyor ve butik otel konseptine yakışıyor. Otelin içi ve dışı arasında iklim farkı var desek yeridir. Kapalı balkondan Bozcaada ile tamamlanan; Can babanın tabiriyle efendi Ege denizi manzarası iyotla birlikte huzuru da içinize dolduruyor.

DSC06841

İyot bir yandan; gözümüze Karagöz, Mercan gibi gözükmeye başlayan Ege diğer bir yandan… Haliyle acıkıyoruz. Saatin geç olması sebebiyle otelimizin havuz başında keyifli, rüzgarlı ve lezzetli bir yemek yiyoruz. Otelimizin misafirperver ve zarif personelinin ilgisi o akşam Tolga ile temsil ediliyor anlaşılan. Tavsiyeleri, yaklaşımı ilk akşamdan doğru otel tercihi yaptığımızı doğruluyor. Ayrıca repertuarlarını da pek beğendik. Müzik, uzayan yemeğimizin mezesi gibi hiç eksik olmadı. Sonrasında dinlenmeye çekiliyoruz.

Mışıl mışıl gecenin ardından kahvaltı zamanı. Oda kahvaltı konseptimizi görmek için yine havuz başına iniyoruz. Beklentiyi fazlasıyla karşılayan kahvaltımızı yapıyoruz. Havuz ideal ölçülerde olsa da havuzu sevmediğimden dolayı gerekmedikçe kullanmamayı tercih ediyorum. Hangi plajı tercih edelim diye düşünürken Aydıncık plajının en köklü müesseselerinden Gökçeada Sörf eğitim oteli ile Çınarlıhan’ın sahiplerinin aynı olduğunu öğreniyoruz. Sörf eğitim otelinin imkanlarından faydalanma hakkı tanındığı için orayı tercih ediyoruz. Giriş ücreti ödemiyoruz. Yiyecek ve içecek fiyatları uygun. Herbir yanımız sörf ve kite sörf aktiviteleri ile hareketli. Her plajda olduğu gibi müziğin sesi gereğinden fazla ama artık alışığız 🙁 Deniz, güzel ve kum. Ters rüzgar dalgaya izin vermiyor. Su altı görüş mesafesi çok yüksek. Canlı popülasyonu da gayet çeşitli. Bol kulaç, bol güneş, bol dinlenme ile günü bitiriyoruz. Akşam yemeği için sörf eğitim otelinin kumsaldaki meyhanesini tercih ediyoruz ve rezervasyon yaptırıyoruz.

Öncesinde ada turu olmazsa olmaz. Bir önceki turumuzda es geçmek zorunda kaldığımız Bademli, Eski Bademli, Aşağı ve Yukarı Kaleköy hedef rotamız. İlk durak yukarı Kaleköy. Meydanda Mustafa’nın Kayfesi’ne gidiyoruz. Çınarların altında eşsiz manzara ile ben çayımı yudumluyorum, Aytuş da karadut suyunu…Yanında tırtıllı çörek lezzetli ve ana yemek öncesi iyi geliyor. Kahve pardon kayfe oldukça sessiz ve huzurlu. Manzara eşliğinde kitap veya muhabbetle saatlerce oturulabilir. Birçok yerel dükkanda olduğu gibi burada da kendi reçellerini ve el emeği ürünlerini satıyorlar. Birkaç fotoğraf karesi ile kayfeden ayrılıyoruz. Meydandan biraz daha yukarı çıkıyoruz. Yukarı Kaleköy’ün en tepe noktasında butik oteller ve restaurantlar konumlanmış. Tabii ki mantıklı bir gerekçesi var. Türkiye’nin en batı noktasında eşsiz gün batımı manzarası eşliğinde konaklama ve akşam yemeği. Biraz iddialı gelebilir ancak ideal hava koşullarında gün batımı için yeryüzündeki eşsiz gün batımı manzaralarından birini burada gözlemlemek mümkün. İnsanı şair eder…

20160828_185441

Yukarı Kaleköy’ den aşağıya iniyoruz. Önce Yıldızkoy’a gidiyoruz. Korunaklı, güzel bir koy. Kampçıların ağırlıkta olduğu biryer ve kum yerine taşlık bir sahil şeridine sahip. Su altı meraklılarının tercih edebileceği bir koy. Kayalık olması canlı popülasyonu konusunda alternatif sunuyor. Turumuzun ardından Kaleköy sahil şeridine geçiyoruz. Kısa bir sahil turu, dört yıl önce akşam yemeğini baş başa yediğimiz restauranta anlamlı bakışlarla son buluyor. Kaleköy ziyaretimizi sonlandırıyoruz ve Bademli köyüne geçiyoruz. Hedefimiz Gökhan’ın bal çiftliği. Arıcılık ve organik bal üretimini eşiyle beraber aile işletmesi şeklinde sürdüren aileden bilgi almak istiyoruz. Tabii ki bir de bal 🙂 Eski Bademli köyüne çıktığınızda sizi adanın önde gelen konukevi ve restaurantlarından Son Vapur karşılıyor. Yukarı Kaleköy ve Ege denizi manzarasının eşsiz güzelliğini, gün batımı ile taçlandırmak isteyenlerin bir diğer uğrak noktası. Arabamızı konukevinin hemen önüne park ederek bal çiftliğinin yolunu tutuyoruz. Tam bu sırada yaşları 75-80 civarlarında bir Rum çifte rastlıyoruz. Bal çiftliğinin yolunu gösterirken ayak üstü sohbet etme şansı bulduk. Akşam yürüyüşündeler. Rumlara ait eğlenceli aksan, muhabbeti ilerletmek istememize sebep oluyor. Yılın 4 ayını adada geçiriyorlar, daha fazlası pek mümkün olmuyormuş. İlerleyen yaşlarına rağmen imrenilecek sağlık seviyesindeki güzel çifti bırakarak bal çiftliğini buluyoruz.

20160828_194407

20160829_091943Kapıda bizi güler yüzüyle Kader hanım karşılıyor. Gökhan’ın eşi. Bilgilendirmeyi kendisi yapıyor. Ama öncesinde tabii ki tadım yapıyoruz. Çam ve çiçek balı mevcut. Bal konusunda özel bir uzmanlığım olmasa da az çok anlarım. Tadı gerçekten güzel. Deneme sonrasında zaten almayı kafaya koymuştum. Tadım sonrası bilgi bombardımanı başlıyor. Bir arı kovanının dört-beş bin arıdan oluştuğu, bal ve polenle beslenen işçi arıların ortalama 45 gün yaşadığı ve bu döngünün sürekli devam ettiği, kraliçe arının sadece arı sütüyle beslenerek yaklaşık 7 yıl yaşayabildiği, sonrasında işçi arılarca kraliçe arının öldürüldüğü, değişen doğanın arı popülasyonuna etkilerini, arı kuşlarının ve kelebeklerin arılar üzerindeki tehditleri gibi bilgileri ve daha nicelerini bir çırpıda öğreniyorsunuz. Polen üretimi ve petek bal üretimi ile bilgileri de yine ayrı bir odada oluşturdukları şartlandırılmış ortamda alabiliyorsunuz. Kısacası konu tam bir derya. İşin güzel tarafı Kader hanımın bu bilgileri size aktarabilme iştahı. İşini severek yapan insanların yüz ifadesi bu olsa gerek. Aydınlanmış beyinlerimize bir katkı olsun diye ballarımızı alarak çiftlikten ayrılıyoruz. Meraklısı için belirtmekte fayda var. Yarım kilo bal 40 TL. Çam ve çiçek balları arasında fiyat farkı yok. Kargo yapabiliyorlar. Dilerseniz iletişim bilgilerini paylaşabiliriz ya da internetten kolayca ulaşabilirsiniz.

Hava kararmak üzereyken ayrılarak tekrar Aydıncık sahiline dönüyoruz. Sörf otelinin meyhanesinde mezeler ve deniz balığı menüsüyle gecemizi noktalıyoruz. Türk sanat müziği tüm gece bize eşlik ediyor. Ege denizi dalgaları ayak ucumuzdaki sahile dokunuşlarıyla müziğimize güzel bir fon oluşturuyor. Gecemizi noktalıyoruz.

Sonraki gün kahvaltı sonrası yine deniz sefası. Ancak bu kez yemeği sahilde değil, şehir merkezinde yemek istiyoruz. Merkez bu anlamda bir ada için fazla sayılabilecek alternatifler sunuyor. Biz Merkez lokantasını seçiyoruz. Güzel bir döner ve mükemmel ayran ile karnımız doyuyor. Sonrasında bir önceki ziyaretimizde de uğradığımız ve adanın en kendine has ürünü olan bademli kurabiye Efibadem’in yaratıcısı olan pastaneye gidiyoruz. Efibadem alışverişi bir sonraki gün. Bu ziyaretimizin amacı Aytuş’un dondurma sevdası. Karadut ve bal bademli tercihleri ile mutluluğunu perçinliyor ve tekrar sahile dönüyoruz. Yine bir deniz sefası ve sonrasında otelimize dönüyoruz.

İmroz’a gelinir de Rum tavernasına gidilmez mi. Gidilir elbet. Önemli not: Mutlak suretle rezervasyon gerekiyor. Çoğu zaman aynı gün yapılamıyor. O nedenle bir gün öncesinden rezervasyonumuzu yaptırmanın verdiği güvenle yola çıkıyoruz. İstikamet Barba Yorgo. Adada bu işi tek yapan yer denebilir. İnternet aramalarında karşınıza alternatifler çıkabilir ancak gerçek anlamda bu işi yapan sadece Barba Yorgo. Tavernamız bir Rum köyü olan Tepeköy’de. Sanıyorum adanın yerleşim yeri olan en yüksek noktası. Ancak öncesinde yine bir uğrak noktamız var. Tepeköy’e girmeden önce adanın en yaşlı çınar ağacının bulunduğu seyir noktası. Tepeköy’e girmeden çatallaşan yoldan yukarı doğru hareket ederseniz bu noktaya ulaşabilirsiniz. Çınar ağacı 600 yıldan fazladır orada. Tepenin uç noktasındaki kayalıklardan eşsiz gün batımı manzarasını izleyebilirsiniz. Önceki ziyaretimizde de gelmiştik. O zaman yanımıza bir şişe de şarap almıştık. Manzaranın da şarabın da hala tadı damağımızdadır. İlk ziyaretimizde metruk bir jandarma binası vardı. Şimdi tamamen yıkılmış. Buradaki kusursuz manzarayı tamamlayan bir de Samothraki adası. Bizdeki adıyla Semadirek. Güneşin Semadirek adası üzerinden batarak adayı daha belirgin hale getirmesi, insanı ürküten ama güzelliğiyle büyüleyen bir etki bırakıyor. Bu noktada şarabınızı eksik etmemenizi tavsiye ederim. İnsanı aşık eder…

20160829_193025

Tepeköy’e giriyoruz. Barba Yorgo’nun önüne arabamızı park ederek köy meydanına gidiyoruz. Harikulade bir Rum köyü. Resmetseniz ancak bu kadar güzelini çizebileceğiniz, tek bir Çınar ağacı olan ufak bir meydan. Çepeçevre evler, meydandaki bu evlerden biri kahve, diğeri kafe, diğeri de köy muhtarlığı. Kahvenin önü yaş ortalaması 65 civarı olan köy halkı ile dolu. Tavla ve kağıt oynuyorlar. Havada Yunancanın müthiş tınısı sanki bizi tavernaya hazırlıyor. Çınarın altında oturuyoruz. Çayımızı yudumluyoruz. Kendimizi meydanın huzuruna bırakıyoruz.

20160830_000055Barba Yorgo’da program 21:00 de başlıyor. Yarım saat kala giriş yapıyoruz. Barba Yorgo adıyla ürettiği şaraplara kısaca göz gezdiriyorum. Ne de olsa gecenin sonunda alacağım. Yerimiz mükemmel. Toplamda 30-40 arası masa var. Siparişlerimizi veriyoruz. Fiyatlar Türk standartlarına göre uygun. Örnek vermek gerekirse salata 10, soğuk mezelerin bir çoğu 10, ara sıcaklar 15-25 arası, ana yemekler 30 TL civarlarında. Ama eminim ki benzer menü Yunanistanda yarı fiyatına bulunabilir. Atina’daki tecrübemizle sabit. Lezzetler gayet tatmin edici. Cacık, salata, ara sıcaklar, mezelerin tamamı için geçer üstü not aldığını söyleyebilirim. Sahnede 3 kişi var. İki kadın ve bir erkek. Yunanca başlıyor, Türkçe devam ediyor. Sonra her iki dilden de karışık devam ediyor. Ezgilerin tamamı -hangi dilden olursa olsun- bizden hissini uyandırıyor. Birbirine bu kadar yakın iki halkın kültürlerinin de paralelliği yine gün yüzüne çıkıyor. Üç saat kadar sahneden kalıyor ve insanları seviyeli bir şekilde eğlendiriyorlar. Kendimi rahatsız hissettiğim tek an yok. Gecenin sonunda 3 çeşit şarap alarak mekandan ayrılıyoruz. Şarapların iki tanesi adaya has üzümlerden. Bir diğeri Cabernet Sauvignon. Tadımlarını henüz yapamadım. Göreceğiz 🙂

20160829_233348

Ertesi sabah kahvaltı sonrasında otelden ayrılıyoruz. Çalışanlara ayrı ayrı teşekkürlerimizi en kalbi duygularla ileterekten. Planladığımız üzere merkeze gidip alışveriş yaparak feribota ulaşacağız. Boş pet şişelerimizi yol üzerindeki doğal kaynak su noktalarından dolduruyoruz. Adanın havası bir süre daha bize kaynak sağlarken yol boyunca su desteğimizi de adadan sağlıyoruz. Suyun başında keçileri domates ve üzümle besliyoruz. Yok yok yanlış okumadınız. Hele ki domatesin suyunun damlasını yere düşürmeden bir yiyişleri var ki görmeniz lazım 🙂 Merkezde zeytin, sabun alışverişimizi Madam Evstratia’ dan, süt ürünlerini Ada Rüzgarı’ndan yapıyoruz. Efibadem için Meydani’ye uğrayıp bademli kurabiyemizi alıyoruz. Bir de sakızlı Paskalya çöreği.

Alışveriş sonrası hızlı adımlarla Feribot iskelesine sürüyoruz direksiyonu. Adadan ayrılığın bile kendine has hüznü ve sevinci oluyor. Dolu dolu geçen günler yerel insanlara, kültüre ve doğaya dokunabilmiş olmanın mutluluğunu bir kat daha arttırıyor. Birlikte yaşamanın, ortak kültürü oluşturabilmenin, saygının bugün ne kadar değerli olduğunu anlatıyor.

İnsanı uygar eder.

O. Deha OTO

20160829_235754

 

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *