Doğu Karadeniz Turu

On August 29, 2011

Bu Ramazan Bayramı için hedefimiz büyük. Önce otobüsle Samsun’a gidip bir-iki gün sevdiklerimizi görüp bayramlaştıktan sonra Hancıoğlu çiftiyle buluşup araba kiralayarak rotasını ve detaylarını bizzat kendimizin belirlediği el emeği göz nuru turumuza başlıyoruz…

29 Ağustos Pazartesi. Saat 12:00 sularında Metro Çarşamba dinlenme tesislerinde kuşbaşılı yumurtalı ve kıymalı Terme pidesi yiyor 4te3ümüz. Üzerine çay ve sigara keyfi kaçınılmaz… Terme’den, Ünye’den, Fatsa’dan geçiyoruz… Dayanamayıp yeni yoldan çıktık Uzun Saçlı’nın yerinde çay içme hatırına. 15 yıl aradan sonra bana da nostalji oldu… Çaylar on numaraymış ama 2,5 tl biraz fazla! Sonra da Ordu Merkez’den geçtik. Şimdiye kadar yol süper, yeşillik, deniz kenarı, düz… Ve sıra geliyor fındığın memleketi Giresun‘a. Çalgıyla türküyle Vakfıkebir’den geçiyoruz, ekmeğin anavatanıymış… İstikamet Akçaabat. Evet, Nihat Usta’da köfte ve piyazlar yeniyor devasa ayranlarda birlikte. Mekan güzel, oldukça büyük. Biz daha otantik bir yer bekliyorduk gerçi o ayrı… Saat 18:15 suları. Uzungöl’e giderek yaklaşıyoruz. Trabzon’un içinden geçiyoruz. Beklediğimizden daha gelişmiş bir yermiş. Şimdi ana yoldan Of’a doğru sapıyoruz. Hava bile birden değişti. Buna paralel serinledi de. Ve saat 19:00 sularında Uzungöl‘de Sezgin Otel‘e varıyoruz. Göl kenarında. Gayet otantik ve güzel bir yer. Odalarımızı da çok beğendik. Şimdi yemek zamanı: tabi ki alabalık 🙂 Sonrasında da muhtemelen etrafta bir tur. Derken önce turumuzu attık ki ne tur. Rahat 4-5 km yarı canlı yarı karanlık puslu. Ama her daim gökyüzü yıldız dolu. Şimdi sıra geldi balık yemeye. Canlı müzik eşliğinde.

30 Ağustos Salı oldu. Sabah 08:30’da kalkıyoruz. Gece eşofmanlarla yorgan altında uyuduk mis gibi. Sabah önce otelde kahvaltımızı ettik. Çok zengin bir menü yoktu. Ama taze ve doğal kahvaltılıklar ile mıhlama gayet güzeldi. Dere kenarında yeşillikler içerisinde olmak da cabası. Sonra arabayla karşımızdaki dağlardan birine 2.000 m’ye kadar çıktık. Buz gibi kaynak suyu bulduk, kana kana içtik. Bol bol da kartpostal gibi fotoğraflar çektik tabi. Şimdi istikamet Rize. Tabi arada bir sürü mola var 🙂 İlk mola Bekiroğlu’nda sütlaç. Farklı bir kıvam, farklı bir renk, farklı bir lezzet. Yani beğendik! Sıradaki durak Ziraat çay bahçesi. Rize merkezde, tepelerde, tüm Rize manzarasına hakim. Aynı zamanda botanik bahçe. Tüm ağaçlar isimli ve tescilli. Ortam ferah manzara güzel. Üçüncü durak Lale Kurufasulye. Tabi ki ben hariç gençler kuru-pilav çiftini yuvarlıyor. Ben de pastırmalı pideyi. Güzel seçim yapmışız. Bu kadar yeme içmeden sonra biraz da gezelim görelim. Şenyuva Taş Kemer Köprüsü’ndeyiz. Fırtına deresi üzerinde üzerinde. Manzara anlatılmaz. Sonrasında zorlu yollar aşarak Zilkale‘deyiz. Nasıl inşa edildiğine bizim değil mimar ve inşaat mühendisi Hancıoğlu çiftinin bile akıl erdiremediği bir yapı. Öyle bir manzarası var ki akıllara ziyan. Gürül gürül Fırtına Deresi de cabası. Geliyoruz Ayder yaylasına. Çok kalabalık canlı bir yer. Otelimiz de ahşap, minik. Buranın yerlisi şirin bir teyze işletiyor. Ufacık odalar. Yerleşip keşfe çıkıyoruz. Saat 20:15 suları. Ufak bir Ayder turundan sonra tam bize uygun bir mekan bulduk: Saray Restaurant. İki delikanlı bir tulum ve bir gitarla döktürüyorlar yöresel yöresel. Oğuz ve Gürkan. Tulum, gitar, saz, kemençe… Havasına göre dönüşümlü çalarak muhteşem bir etnik müzik yapıyorlar. İkisi de konservatuar mezunu. Maalesef İzmir’de yaşıyorlar, bu da demek oluyor ki bir daha dinlemek için ayrı bir organizasyon gerekecek. Sonra bir abi bize (45 kişiye!) aynı anda Hemşin hormonu öğretiyor. Keyfimiz gayet yerinde. Özellikle de turla gelmiş kalabalık bir kafile mekandan ayrıldıktan sonra 🙂

31 Ağustos Çarşamba. Güzel bir sabaha uyanıyoruz. Miray ablanın hazırladığı çok da yöresel olmayan kahvaltımızı ettikten sonra çıkıyoruz dağcı kostümlerimizle yollara. Kaçkar’ı mümkün olduğunca keşfetmeye. Kavrun yaylasına kadar dolmuşla gidip sonra da yürüyoruz. Başımıza yazmamızı da aldık 🙂 Hadi bakalım. Geldik Yukarı Kavrun‘a ama ne gelme. Böyle bir yol olamaz. Manzara güzel güzel olmasına da içim dışıma çıktı. Tek tekerlek havada gittikçe Yusuf Yusuf olmadım değil. Burası tam bir yayla… Ve Kaçkar tırmanışı. O tertemiz havada, derin derin nefesi içimize çeke çeke, e tabi aralarda duraklaya duraklaya 3.300 m’de bulduk kendimizi. Resmen bulutların üzerindeyiz. Nasıl serin bir hava. Birkaç krater gölü de görmüş oluyoruz. Manzara on numara! Ama ne yorulduk… İniş de ayrı bir zorladı ama daha kolaydı tabi. YukRI Kavrun’da hakkını verip mıhlamamızı afiyetle yiyoruz 🙂 Ve takır tukur dönüş yolu. Dolmuş şoförümüz tam fıkralık bir adam. Bu kadar özünü yansıtır insan yani. Neyse ki sağsalim yerimize ulaşıyoruz. Akşam o yorgunluğa rağmen yine bizim mekana gidiyoruz dayanamayıp. Bu sefer ortam daha güzel. Turcular yok yerlisi çok. Tabi halay kaçınılmaz. Artık söylerken de oynarken de daha bilinçliyiz tabi 🙂

1 Eylül Perşembe. Kalkıp toparlandıktan sonra soluğu Ruba raftingte alıyoruz. Yeleğimiz, ayakkabımız, kaskımız, küreğimiz tamam. Ver elini Fırtına. Rehberimiz eşliğinde hoplaya zıplaya türkü söyleye söyleye Fırtına sularında mükemmel bir deneyim. Su buz gibi ama çok güzel. Tabi mevsim gereği debi biraz düşük. Ama bizim gibi amatörler için yeterli 🙂 Su üzerinde akıp giderken bir mola veriyoruz. Beş dakika bir kayalığın üzerine çıkıp kendimizi birer birer serin Fırtına sularına ve akıntıya bırakıyoruz. Çok muhteşem! Sonra yola devam. Zorlu denebilecek parkurlardan sonra yolun sonuna geliyoruz. Yaklaşık 50 dk sürüyor 5-6 km. Çok güzeldi, şiddetle tavsiye ederiz. Manavgat’a yol göründü bize 🙂 Sonra Deha’nın asker arkadaşı, bize buralardaki güzel mekanları tavsiye eden Volkan’ı görmek için Ardeşen’e geçiyoruz. Ufuk Büfe’de güzel birer tost, çay ve muhabbetin ardından Artvin‘e ve ilk durak Şavşat‘a doğru yola çıkıyoruz. Veee sonunda beklenen misafir -yağmur- geliyor, hem de baya hırslı bir şekilde. Ritüeller bir bir tamamlanıyor!

Ardahan sınırına kadar arabayla gidip geri dönüyoruz. Artvin Şavşat’tayız. Ormanın içinde tek başına bir otelde, yanında tabi ki gürülgürül akan bir su… Çok doğal ve ferah bir ortam. Otel de gayet başarılı. Odalarımızı yaraladıktan sonra tura çıkıyoruz. Önce arabayla tepeye manzara izlemeye… Süper bir manzara yeşillik, ağaçlar, dağlar, kıvrım kıvrım yollar… Hafif bir yağmur ve sis eşliğinde, veee gökkuşağı 🙂 2.500 m’de fotoğraflarımızı alıp parka iniyoruz. Koca bir orman piknik yeri. Çam ve diğer birçok ağaçlardan oluşan süper bir orman. Yürüyüşümüzü yapıp otele dönüyoruz yemek için.

2 Eylül Cuma. Güneşli bir Artvin sabahına uyanıyoruz. Açık havada güzel bir kahvaltıdan sonra yola düşüyoruz. Önce Şavşat merkezde bir peynirciye uğrayıp kilolarca yöresel bal ve peyniri yükleniyoruz. Bizim boğazımızdan korkulur 🙂 Sonrasında araya taraya Şavşat Karagöl‘ü buluyoruz. Orman içerisinde kocaman bir göl. Rengi yemyeşil. İçinde türlü türlü, renk renk, boy boy bir sürü balık var. Kurbağa da. Gölün etrafında bir tür atıyoruz. Sessiz temiz bir havası var. Parkın içerisinde birkaç odalı bir pansiyon buluyoruz. Sahibinin anlattığına göre kışın göl buz tutuyormuş ve ortasında kahvaltı ediliyormuş. Karlar altında güzel olabilir! Tabi ulaşım sağlanabilirse 🙂 Sonrasında Borçka Karagöl‘deyiz. Diğerine göre daha güzel ama daha yabancı bir göl. Ama mekan olarak baya aktif bir piknik alanı. Hava yağmurlu olmasına rağmen oldukça kalabalık. Kalacağımız yer de tek katlı odalardan oluşan evden bozma bir yer. İçeride soba yanıyor ve çay kaynatılıyor. Odaları gördükten sonra göl etrafında güzel bir tür atıyoruz. Buranın parkuru doğal. Kütüklerden, taşlardan, bataklıklardan geçe geçe geziliyor. Yolun yarısında yağmur başlıyor. Önce ince ince, sonra daha yoğun ama güzel bir şiddette. Turu tamamladıktan sonra çay faslı kaçınılmaz. Göl kenarında, sisli ve yağmurlu havada sıcaklık bir delik çay keyfi! Akşam sıcak sobalı ortamda alabalık yedikten sonra demlenmiş çayımızı alıp kalın kalın giyinerek dışarı çıkıyoruz. Oyun kağıtlarımız da elimizde. İhale, batak derken gece yarısı oluyor, uyku vakti 🙁 Odalarda pek bir özellik yok, konfor aranacak yer de değil zaten.

3 Eylül Cumartesi. Artık dönüş zamanı 🙁 Sabah 06:30’da yola düşüyoruz. Günlerin verdiği yorgunlukla bende bazı defolar mevcut: sağ baldır iptal, üst dudak uçuştan çıldırmış acayip sızlıyor. Yetmiyormuş gibi gece de diş ağrısından uyuyamamışım. Bunları da katınca yol biraz uyuyacak geçiyor. Sabah havası serin ve yağmurlu. Dönüş yolunda ilk durak Sümela Manastırı. Yaklaşık 1.200 m yükseklikte. Yolun büyük bölümünü arabayla alıp son 20 dk civarı patika yol çıkıyoruz. Bizim için çerez 😉 Manastır gerçekten akıl almaz. Dağın yamacına yapılmış. Bir sürü bölümü, odası, balkonu, terası var. Maalesef en güzel yerleri restorasyon sebebiyle uzun süredir ziyarete kapalı. Bu bu nedenle gezimiz biraz yarım kalıyor. Sonraki durak Atatürk Köşkü, Trabzon merkezde. Tepede güzel bir konumu var. Binası da içi de çok güzel ve özel. Sonra koştura koştura Ayasofya Müzesi‘ne gidiyoruz. Onun yeri de güzel, deniz manzarasına hakim. İçi de çok güzel. Tabi verilen zararları hesaba katmazsak! Sonra gelirken ben yiyemedim diye Akçaabat’ta köfte yemeye gidiyoruz bu sefer Cemil Usta’ya. Ben gayet beğendim. Bizimkilerin dediğine göre Nihat Usta’dan daha iyiymiş. Her zaman meşhurluk herşey demek değil tabi.

Ve böylece Doğu Karadeniz turumuzun sonuna geliyoruz. Bol keyifli, bol eğlenceli, hem boğaz hem kültürle dolu muhteşem bir tur oldu. Bir Karadeniz’li olarak bu zamana kadar görmediğim bu yerleri bu ekiple gezmiş olmak benim için ayrı bir şanstı!

Maliyet Notu: Samsun’dan Samsun’a turun maliyeti yaklaşık iki kişi için 1.500 tl. İlgilenenlere seve seve detay ve tavsiye verilir…

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *