Willkommen in Berlin!

On December 27, 2015

Bazı şeyler çabuk alışkanlık yapıyor. Son birkaç yılda iş sebebiyle Aralık ayında illa ki Almanya’yı görüyordum. Geçen yıl Aralık ayı sonundaki Viyana seyahati sonrasında Noel – Yeni Yıl döneminde Avrupa’da olmak iple çektiğim bir program haline geldi. Tam bu yılı ıskalıyoruz derken son anda apar topar planladık neyse ki!

Almanya bizim için bugüne kadar hep iş demekti. Farklı bir yüzü olduğu muhakkak ama bir türlü sırası gelmemişti. Dedik ki bu sefer Almanya olsun! Münih mi Berlin mi derken Berlin’de karar kıldık. Seyahat amacına uygun olarak Noel sonrası Yeni Yıl öncesi arayı tercih ettik.

25 Aralık Cuma sabah THY ile düştük yola. Son derece konforlu ve rahat bir uçuşun sonrasında saat 10:30 civarlarında iniş yaptık Berlin Tegel havaalanına. Daha önce iki kere gelmiştim Berlin’e…Tabi ki iş için. Havaalanı bir başkent için oldukça mütevazı boyutta. Ama çıkması kolay olduğu için sıkıntı yok 🙂

Bizim geziler malum son derece lokal, mümkün olduğunca ya tabanvay ya toplu taşıma. Yer Almanya olunca toplu taşımada imkanlar sınırsız. Havaalanından otelin olduğu Kurfürstendamm bölgesine en kolay yol olarak otobüsü tercih ettik.

Noel akşamı sonrası olması itibariyle şehir baya boş ve sakindi. Çok sürmeden konaklayacağımız Hotel Castell’e vardık. Ana caddeye çıkan arada mütevazı, yerel bir otel. Asansörü oldukça nostaljik ve bir o kadar da özgün bir modeldi 🙂 as Sıcak bir karşılamadan sonra odamıza yerleştik. Yine her zamanki gibi bizim tarzımızda ufak, temiz ve dinlenmeye yetecek bir otel bulmayı başarmıştık. En önemli kriterimiz olan lokasyon optimizasyonundaki başarımızı da eşyaları odaya atar atmaz dışarı çıktığımızda hemen fark ettik 🙂

Kurfürstendamm bahsedildiği gibi oldukça merkezi bir bölge. Caddede birçok mağaza ve birçok restoran yer alıyor. Sınıf olarak üst seviyelerde diyebilirim. Cadde boyu yürüyerek Berlin’in doğa simgelerinden Tiergarten’ın yolunu tuttuk. Bu arada gündüz olmasına rağmen caddelerdeki ışıklandırmalar, süslemeler gece olduğunda heyecanla beklediğim manzara için oldukça vaat ediciydi 🙂

İlk olarak Kaiser Wilhelm Gedaechtniskirche oldu. 1895 yılından kalma bir Protestan kilisesi. Almanya imparatoru I. Wilhelm adına yaptırılmış. Küçük ama güzel bir kilise.

20151225_122147 20151225_122333

20151225_122622 20151225_122550

20151225_125422Kilisenin bulunduğu alanda ilk Christkindlmarkt’ımızı da20151225_123635 görmüş olduk. Henüz erken olduğu için henüz tam olarak faaliyette değildi. Hayvanat bahçesine de kapısından bir merhaba dedikten sonra parka doğru yolumuza devam ettik. Tiergarten gerçekten alabildiğine büyük bir park. Yeşil halini az da olsa önceki gelişimde görmüştüm. Şahsen kar altında da görmeyi çok isterdim ama sonbahar-kış arası bir halde görmüş bulunduk. İnsanların böyle bir güzelliği koruyor olmaları gerçekten hayranlık verici.

Sonraki durak Siegessaeule yani Berlin Zafer Sütunu. 1870’ lerdeki zaferlere atfedilen bu anıtın tepesinde de 35 ton ağırlığında Victoria heykeli yer alıyor. Sütunun toplam yüksekliği 67 m. Bu heybete bakarak sütunun 1940larda orijinal yerinden buraya taşınmış olmasını düşünmek gerçekten zor…

20151225_130954

Brandenburg’a doğru ilerlerken II. Dünya Savaşı’nda ölen Rus askerleri anısına yapılan Sovyet Savaş Anıtı (Treptower Parkı)’na uğradık.

20151225_133221

Ve geldik Brandenburg Kapısı’na yani Berlin’in sembolüne. Fazla söze gerek yok. Gerçekten Almanya ile bütünleşmiş bir eser. Ve hala sapasağlam, heybetiyle özçekimlerin vazgeçilmezi 🙂

20151225_134100 20151225_134328

E artık mola zamanı! Çok ilerlemeden yakınlarda Cafe Lebensart’a attık kendimizi. Bu arada hava klasik Alman kış havası. Kar olmadığı için ayaz biraz daha fazla hissediliyor. Ama daha önce çok daha soğuk havalarda gezmişliğimiz olduğundan çok da rahatsız ettiğini söyleyemem 🙂 Oldukça acıkmış bir halde önce wiess beer eşliğinde hamburgerlerimizi, üzerine de kahve eşliğinde tatlımızı afiyetle yiyerek kendimize geldik.

y

Hızımızı kesmeden Reichstag’ın yolunu tuttuk. Ancak rezervasyonla girildiğini ancak oraya vardığımızda fark ettik. Kayıt kuyruğunun uzunluğunu görünce bu ziyareti sonraki günlere bırakmaya karar verdik. Dış mekan çekimlerimizi 🙂 yaptıktan sonra yolumuza devam ettik.

20151225_154059

Yine bir anıtla karşılaştık. Ulusal sosyalist rejimde öldürülen Sinti ve Roma gruplarının anısına yaptırılmış, oldukça hüzünlü bir havası olan bir yapı. Küçük havuzun etrafındaki ağaçlara yerleştirilmiş hoparlörlerden ağıtsal bir melodi yayınlanıyor.

an

Bu anıtın hemen yakınlarında ise II. Dünya Savaşı döneminde soykırıma uğrayan Yahudi’ler anısına yapılmış mezarı andıran binlerce beton bloktan oluşan Holokost Anıtı’nı ziyaret ettik. Daha önce gece gördüğüm için tam anlayamamıştım. Aydınlık havada hele de o blokların arasında gezinirken ürpermemek elde değil. Gerçek mezarlar olmasa da insanın tüyleri düşündükçe diken diken oluyor.

hol

Çok da fazla etkisinde kalmadan Unter den Linden caddesine doğru yürümeye devam ettik. Bu arada hava hafiften kararmaya, etraf da yavaş yavaş ışıklandırılmaya başlamıştı bile. Beklenen görüntüye çok az kalmıştı 🙂 Audi City Lab önümüze çıkmışken girmeden edemedik. Otomobil ötesi araçlara karşı içimizi geçirip kaldığımız yerden devam ettik 🙁

audi

Ve Christkindlmarkt zamanı! Akşam yemeği öncesi ilk gözümüze kestirdiğimiz yerde bir çeşit sıcak şarap olan feuerzangen ile film başlamış oldu.

ckm1

Sonrasında yemek için Hard Rock Cafe’yi tercih ettik. İlginç belki ama şahsen ben ilk defa gitmiş bulundum sonunda. Ortam oldukça keyifliydi. Çalışan gençler de son derece sıcakkanlı ve yardımcı. Tabi ki weiss beer eşliğinde hamburger ve makarnamızı yedikten sonra hatıra tişörtümüzü de alarak otelimizin yolunu tuttuk.

hry

hrc

Caddelerin ışıltısını görüntülemesek olmaz! Neden bilmem ama bana inanılmaz keyif veriyor böyle ışıl ışıl yollar. Öyle de güzel şeyler yapmışlar ki… Uzun ve yoğun ilk gün böyle ışıltılarla son bulmuş oldu…

hoho

20151225_234629

Cumartesi sabahı hayat biraz daha normale dönmüş gibiydi. Otelde kahvaltımızı ettikten sonra vakit kaybetmeden düştük yola. Önce zaman kaybetmeden Pazar günü gitmeye karar verdiğimiz Reichstag için rezervasyon yaptırmaya karar verdik. Uzuuun bir kuyruk sonrası Pazar sabahına yerimizi aldık. Daha sonra metro ile Friedrichshain bölgesine geçtik. Hedef Berlin Duvarı’nı daha doğrusu Doğu Yakası Galerisi’ni gezmek. Gerçekten sanat galerisi haline getirilmiş duvarı gücümüz yettiğince boylu boyunca gezdik. Üzerinde savaş döneminden alıntılar, barışa dair mesajlar, sembolik resimler kısacası tarih yatıyor.

 20151226_131139

20151226_125825

20151226_125625

20151226_125246

20151226_124921

Friedrichshain ile Kreuzberg’i birleştiren Oberbaum köprüsü üzerinde ikiz iki kule yer alıyor. Köprünün üzerinden de metro geçiyor.

20151226_132418

Bu bölgedeki gezimizi sonlandırıp metro ile Alexanderplatz’a geçtik. Günün geri kalanı için plan çok. Tabi önce biraz enerji lazım 🙂 Televizyon Kulesi’ne nazır Fraticelli Cafe’de pizza ve biramızı afiyetle yedik. TV kulesinin çevresinde çıksak mı çıkmasak mı çelişkisi içerisinde bir süre turladıktan sonra çıkmamaya karar vererek yola devam ettik.

20151226_152716

Kiliseyi andıran Rotes Rathaus yani belediye binasının etrafında turladık. rh Yavaş yavaş Christkindlmarkt zamanı yaklaştı. Bu kez Alexanderplatz’ı deneyelim dedik. Işıl ışıl cıvıl cıvıl bir ortamla karşılaştık. İnsanlar sokaklarda… Bu kez tercihimiz sıcak şarap oldu. Etrafında oturulan açık hava şöminesinin yanı başında ne keyif ne keyif 🙂

ckm

Akşam yemeği için planımız net olduğundan o zamana kadar da boş durmayalım dedik. Potsdamer Platz da görülmesi gereken yerler listemizde önlerdeydi. Son güne kalmasın dedik ve iyi ki de öyle dedik çünkü meydanı gece görmek paha biçilemezmiş 🙂 Gördüğümüz en şaşaalı görsel şova tanıklık etme şansını bulduk. Sony Center’ın önünde meydanı o kadar güzel süslemiş ve ışıklandırmışlardı ki! Gezmeye, izlemeye doyamadık. Sonra meydandaki Arkaden alışveriş merkezini dolaştık biraz. Orası da pırıl pırıldı. Yani çok sevdiğim yeni yıl ışıltısına fazla fazla doydum diyebilirim 🙂

ark

pp

Yemek için tekrar Alexanderplatz’a döndük ve benim son geldiğimde denediğim – ve de oldukça beğendiğim – Block House’a gittik. Neyse ki Cumartesi akşamı olmasına ve rezervasyonumuz olmamasına rağmen çok zorlanmadan güzel bir yer bulduk. Şansımıza yan masamıza da akademisyen olduklarını konuşmalarından anladığımız üç kişilik Türk bir grup denk geldi. Gelmişken mekanın spesyali olan salatalı ve fırında patatesli bifteklerimiz yedik kırmızı şarap eşliğinde. Sıcacık ortamda büyük keyifle sonlanmış oldu ikinci gecemiz de böylece…

bh

Ve Pazar sabahı… İlk randevumuz Reichstag ile. Yaklaşık 100 kişilik gruplar halinde, belirli zaman dilimlerinde ve görevliler eşliğinde içeri alıyorlar. Bu arada rezervasyonu uzuuun kuyruklarda beklemek yerine devletin web sitesinden de online yapabiliyormuşsunuz. Asıl kullanımda olan salonlar tabi ki ziyarete açık değil. Gezi için hedef, Berlin’in diğer bir sembolü haline gelmiş cam kubbe. Bu nedenle asansör ile direk kubbeye çıkarılıyorsunuz. Kubbenin içine girer girmez de iyi ki ziyarete açık diyorsunuz. Gerçekten çok özgün, ikonik bir tasarımı var. Mimari açıdan birçok özel detaydan oluşuyor. Kubbenin ortasında parabolik şekilde yer alan aynalar gün ışığını kubbenin hemen altında kalan ana oturum salonunun aydınlatması için kullanıyorlar mesela. Kubbenin içerisini spiral şekilde yapılmış yürüyüş yollarından geziyorsunuz. Çıkış ve iniş yolları da bağımsız olduğu için son derece rahat bir şekilde ilerleyebiliyorsunuz. Girişte alabileceğiniz – farklı dillerdeki – kulaklıklar sayesinde yürüyüş yolunda ilerledikçe o an kubbeden görünen alan, yapı, eserlerle ilgili bilgiler alabiliyorsunuz. Tam Alman mühendislik eseri bir sistem 🙂 Kubbenin tepesinde de koca bir delik yer alıyor. Onun da bir amacı var tabi ki! Yağmur sularını yönlendirip çatıya akmasını engellemek. Alman hükümetinin bu güzel eseri turistik olarak paylaşıma açmış olması büyük şans! Manzara muhteşemdi. Açıkçası bu kubbeye çıktıktan sonra TV kulesine çıkmadığımıza çok da pişman olmadık.

20151227_112010

20151227_110937

20151227_110847

20151227_110311

20151227_110103

20151227_103515

20151227_103325

20151227_103206

20151227_102514

Şehirden ayrılmadan önceki son ziyaretimizin adresi diğerlerine göre biraz farklı içerikte oldu. Şehir içindeki diğer anıtlardan etkilendiğimiz için Yahudi Müzesi’ni de görmek istedik. Lokasyon olarak biraz terste ve tenha bir bölgedeydi. Müzenin dışından mimarisinde yine özgün çizgiler vardı. Belli ki bir anlamı vardı ama herhangi bir açıklamaya rastlamadık. Müzede 1000’li yıllardan günümüze kadarki her dönem için Yahudi halkının tarihi, karakteri, yaşamları, yaşadıkları, maruz kaldıkları hemen her şey paylaşılıyor. Tahmin edileceği üzere en etki yapan bölüm soykırımla ilgili yıllar. Öyle görüntüler, öyle hikayeler var ki insanın tüyleri tekrar tekrar ürperiyor. İnanılmaz bir hikaye… Bu müze ise bir o kadar değerli bir kültür mirası! En ilginç ve saygı duyulur kısım ise Almanya’nın bu gibi müze ve anıtlara bu kadar çok yer veriyor ve bu kadar sahip çıkıyor olması…

ym2

ym3

ym1

 20151227_160459

Gezimizin sonlarına doğru modumuz biraz düştü ama Kurfürstendamm’a dönüp bir şeyler atıştırınca kendimize geldik 🙂 Yemek yediğimiz cafenin önünde bir taş anıt ve önündeki çiçekler dikkatimizi çekti. Çıktığımızda Mete Ekşi adına olduğunu gördüğümüzde merakımız daha da arttı. Daha sonra internetten araştırdığımızda 1991 yılında Berlin’de kavga eden gençleri ayırmaya çalışırken başından beyzbol sopası ile darbe alıp yaşamını yitiren bir gence ait olduğunu öğrendik. Almanya adına anıt yapmakla kalmamış her yıl adına ödül töreni bile düzenliyormuş. İnsaniyet ve medeniyet başka bir şey!

Velhasıl geldik bir gezinin daha sonuna… Başlarda aklım Münih’te çok kalmış olsa da Berlin’i de bu gözle bu dönemle doya doya gezmekten büyük keyif aldım. Benim için Almanya’ya iş dışında bir kimlik kazandıran bu seyahatin diğer şehirlerinde de devam etmesini gerektirecek güzel bir başlangıç oldu!

Auf Wiedersehen 🙂

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *