Ara Haber Bülteni

On June 25, 2014

Yılın yarısı geride kaldı… Yaza merhaba havasında bir şeyler mi karalasam dedim ama yazı bile yarılamışız neredeyse 🙁 Sonra bir bloga baktım, bir takvime baktım, ve kızdım kendime! Ne verimsiz geçmiş bu yıl ya – en azından bu zamana kadar ki kısmı! Hal böyle olunca önce sayfamın konseptini güncelleyerek başladım işe ve en sevdiğim çiçek olan papatya ile bezedim ortalığı içim açılsın diye 🙂

 

Çok gezen mi daha çok bilir çok okuyan mı? Bence çok yazan 🙂 Çünkü yazmak için ikisi de lazım. O zaman bir bakalım şu son altı aya… Çok gezdim mi? “Birilerinin” nazarı değmiş olacak ki 🙂 performansımız baya düştü bu yıl. Kayda değer bir Atina’mız var – ki onu da yazmıştım – bir de Deha’nın yeğeni Elifciğin comunione töreni için Napoli’miz var – ki orayı daha önce yazdım diye ikinci baskı yapmadım ama törenle ilgili kısa bir şeyler paylaşacağım ileri ki paragraflarda. Peki çok okudum mu? Gezdiğimden çok, ama beklediğimden az… Kitaptan ziyade münferit yayınlar, bloglar, paylaşımlar vesaire. Kitabın yerini tutmamakla birlikte çeşitlilik adına daha katma değerli ve keyifli buluyorum bu tarz okumaları. En azından beğenmediğinizde kaybınız çok olmuyor 🙂

 

Peki tüm bu mazeretler, bir heves bin bir gayret bloggerlığa soyunan bir insan evladının arada bir iki satır karalamasına engel mi??? Tabi ki de değil!!! Hesabım kendimle, vicdanıma havale ettim konuyu 🙂

 

Gezme konusunda yılın ikinci yarısı ümit vaat ediyor 🙂 En azından geleneksel bayram ziyaretlerimiz vesilesiyle bir Çeşme ve bir Samsun’umuz var planlarımızda aksilik çıkmazsa. Bakarsınız bir de sürpriz yurtdışı tatili çıkar kim bilir 😛 Şaka bir yana sonbaharda Marsilya ya da Viyana hayalimiz var ama bakalım zaman ne gösterecek… İş sebebiyle de birkaç Almanya klasiği ve bir de Polonya görünüyor ufukta kısmetse… Sözün özü ilk yarıyı telafi etmese de acısını çıkarabileceğim 🙂

 

Gelelim okumalara… En son Daniel Pink’in Drive adlı kitabını bitirdim. En favori eğitmenlerimden olan Doğan Güneş Önder’in tavsiye ettiği bir kitaptı. Aslında konu ilgi çekici; nasıl motive oluruz ve ederiz. Önemli tüyolar da vardı içinde. Ne var ki biraz anlatım tarzından – çok akıcı ve sade bir Türkçe’si yoktu gibi hissettim – ve belki biraz da yazanların çoğunu ilk defa okumuyor olmamdan beklentilerimin altında kaldı kitap. Münferit okumalara takiplere gelirsek… Piyasayı takip eden herkes az çok tahmin edecektir. Özellikle son 2-3 yıldır LinkedIn vari platformlardaki paylaşımların ana başlığı ya “Y kuşağı” ya da “liderlik”. Ama son zamanlarda yaratıcılığın, gerçek hayattan örneklemelerin hızla yükselmesiyle birlikte paylaşımların konsepti değişiyor en azından. Artık uzun uzun ders kitabı bilgilerinden ziyade özlü sözler, filmlerden alıntılar, benzetmeler kullanılıyor ana mesajı iletmek için. Özellikle liderlik konusunda şöyle bir bakınınca görüyorsunuz ki herkes bir şekilde bir laf etmiş zamanında 🙂 O zaman da insan merakına engel olamıyor; madem bu kadar biliniyor da neden hala uygulamada yetersiziz bu ideal lider modelini 🙂

eb86fc42-e6fa-11e3-bb23-123139077642-large 8c6161a6-c41a-11e3-904e-123139077642-large

 

Bir de Y kuşağı konusu var ki iyi ki var; ilk defa bir nesil ile ilgili uzmanlar yetişti, eğitimler hazırlandı, teoriler üretildi! Bu konuda ben de biriktirdiklerimi yazayım istiyorum ama önce güzelce bir toparlamam lazım 🙂 Sonuç şu ki – en azından benim izlenimim – insanlar artık neyin nasıl olması gerektiğini daha çok biliyor, yanlışları-doğruları daha cesur daha kolay dile getiriyor, daha fazla fikir sahibi oluyor. Bu çok güzel, çok faydalı, büyük bir şans elbette. Ama şu da var ki bu da bir yerden sonra katma değerini yitiriyor gibi geliyor bana. Az önce de söylediğim gibi gayet iyi biliyoruz liderin yöneticiden farkını, destekliyoruz EQ’nun IQ’nun önüne geçmesini, kabul ediyoruz Y kuşağının farklı olduğunu… da, ya sonrası? Uygulaması, değişmesi, ayak uydurması konusunda bildiklerimizin gerisinde olduğumuzu düşünüyorum. Bu konuyu derinlemesine irdelemek lazım, daha sonra 🙂

6994e80a-d270-11e3-a589-12313b090d61-large

 

Son olarak şu “comunione” konusundan bahsedeyim. Bu vaftiz gibi Hıristiyanlığa ait dini bir tören, bizimkisi Katolik örneği. IMG_4631Bu tören belirli bir yaşa gelmiş çocukların – ki 9-14 arası yaygınmış – artık dini camiaya katılmasını simgeliyor. Yani bu tören ile birlikte çocuklar artık ibadet için kiliseye gitmeye, günah çıkarmaya başlıyorlar. Bir şekilde hayata da dahil olma aslında. Herkes kendi ikametgahına göre uygun bir kilisede, kilise tarafından belirlenmiş günlerden kura ile belirlenen birinde bu törene katılıyor. Tören birkaç çocuk için birlikte yapılıyor. Hazırlığı çok, meşakkatli bir tören… Öncesinde provalar, özel giysi, söylenecek ilahiler, edilecek sözler, vs. gibi birçok şey var arka planda. Çocuğun yakın tanıdıklarının katılımıyla .facebook_2141972687gerçekleşiyor tören. Özellikle bizim gibi ilk kez tanık olanlar için oldukça ilginç aslında. İnanılmaz organize bir akış, kim nerde ne söyleyecek nasıl duracak nereye yürüyecek her şey tıkır tıkır işliyor. Doğal olarak ilahi ve dua ağırlıklı geçiyor. Sonrasında Hz. İsa’nın bedenini temsilen bir ekmek parçası ve kanını temsilen de kırmızı şarap kullanılıyor. Törenin dini kısmı bittikten sonra kutlama kısmı başlıyor. Bizdeki sünnet töreni ya da düğün gibi, her aile kendi tercihine göre bir kutlama yapıyor. Yemekli-yemeksiz, kapalı alan-açık alan, sakin-kalabalık… Bizimki yemekli, eğlenceli güzel bir örneğiydi. Hem çocuklar hem de büyükler gayet keyif almış görünüyordu. O kadar İtalyan’ın – eğlenmekte ve muhabbette bizden hiç aşağı kalır yanları olmadıkları düşünülürse – içerisinde koca bir gün geçirmek de ayrı güzeldi 🙂 Daha önce söyledim mi bilmiyorum ama seviyorum İtalyanları 🙂 🙂 🙂

 

Yaz geldi geçiyor… İnsanın ayağı tuzlu suya değmeden kabullenmek istemiyor yazın geldiğini 🙂 Bu sene havalarda çok acele etmedi yaz moduna girmek için. Bizim gibi tatil yapamayanlar için ne mutlu 🙂

O zaman ne diyoruz: Bekle bizi Çeşme, kaldı bir ay…

Yorumlarınız için

Your email address will not be published. Required fields are marked *